Uyanışın ayak sesleri
Milliyetçi hareket, tarihinde belki de hiç olmadığı kadar büyük bir kitlesel uyanışın içinde ve 80 sonrasında hiç olmadığı kadar da sokaklarda...
Yıllardır "ülkücüler sokaklara inmeyecek" diyerek coşkuyu evlere hapseden anlayışın yıkıldığına şahitlik ediyoruz.
Ülkücüler için sokaklarda olmak başkalarının anlattığı gibi bir arka plana sahip olmadı. Sokaklarda olmak; eline silah alıp insan avı başlatmak değildi, hiçbir zaman da olmamıştı. Bu sakat anlayış, milliyetçilere biçilen gömlek her zaman için başkalarının görmek istediği bir kalıptı.
Sokağa inmek demek; demokratik zeminde hakkını aramak, hukukun dışına çıkmadan protesto yapabilmek, varlığını beyan edebilmektir. AKP ve CHP bunu yıllardır yaptı ve yapmaya devam ediyor, HDP ise illegal bir şekilde kendini gösteriyor. Bu arenada kendini bir türlü gösteremeyen, göstermeye çalıştığı anda da etiketlenenler hep milliyetçiler oldu. Algı operasyonlarıyla "Ülkücü=şiddet" bilinçlere yerleştirilmeye çalışıldı.
Son 30 yılda, evlerine hapsedilenler, özgül ağırlığını kaybedenler, susturulanlar hep MHP'liler oldu. Şehit cenazelerinde bile öfkelerini dışa vurmaları engellendi "Bozkurt yapmayın, tekbir getirmeyin" talimatlarından sonra "cenazelere bireysel olarak katılın" talimatları gelmeye başladı.
"Hırsız evinize girip, yatak odanıza kadar gelse ve onu vursanız ne ceza alırsınız" diye yıllardır hukukta tartışma konusu olup, net bir sonuca bağlanmayan olaydaki ev sahibiydi aslında ülkücüler. Evlerine giriliyor, değerleri çiğneniyor, yıllardır biriktirdikleri, ürettikleri başkaları tarafından çalınıyordu. Onlara tek bir şey söyleniyordu "hiçbir şey yapmayın."
Çok güncel bir örnek üzerinden gidelim. Birçok üniversitede öğrenciler sadece milliyetçi hassasiyetler taşıdıkları için tehdit ediliyor, saldırıya uğruyor, okul yönetimleri tarafından soruşturmalar geçiriyorlar. Böylesine hazin bir tablo karşısında twitter üzerinden şu talimatlar yağıyor; "Ülkücüler hiçbir çatışmanın tarafı olmayacak, provokasyonlara gelmeyecek." İyi de arkadaş, çatışmanın tarafı değil zaten, mağduru durumundalar.
Bu ülkede ülkücülerin mağduriyetleri sıralanmakla bitmez...
İş yaşamında da sürekli benzer durumlar ortaya çıktı. Milliyetçi oldukları gerekçesiyle binlerce insan görevden alındı, yerlerine cemaatçileri koydular. Birçoğunu işe bile almadılar.
Ülkücülere yapılan haksızlıklar, ithamlar, kitle iletişim araçlarının saldırısıyla devam etti. Dizilerde, sinema filmlerinde Ülkücüleri her zaman "kötü, çirkin" olarak betimlediler. "Masum" ve "mağdur" olduklarını bir türlü göstermek istemediler.
Kendi medyalarını oluştururken, iletişim fakültelerinden çıkan yüzlerce insanın iş imkânını da ortadan kaldırdılar. Medyada yer bulabilmek imkânsızlaştı. Sol geleneğin temsilcileri ile yandaşlar arasında sıkışıp kalındı. Medyadaki kadrolaşmada milliyetçilerin olmaması, kitlesel reflekslerin de geri plana itilmesine yol açtı.
Uyanış başlıyor
Sesleri kesilen, köreltilen, ötekileştirilen milliyetçiler için artık çok şey değişmiş durumda. 1 Kasım sonrasında başlayan dip dalgası, artarak, katlanarak, büyük bir coşku seli halinde ilerliyor.
Özellikle Ülkücü gençlikteki bilinç düzeyi her kesimi şaşırtıyor. Üzerlerine geline geline, bastırıla bastırıla; çok daha donanımlı, çok daha inatçı bir kimliğe büründüler. İktidarın her türlü olanağından faydalanmış muhafazakâr gençlik ise geriye doğru düşüyor. Bilinçlenme, kültürlenme ve okuma alışkanlıkları değişiyor.
Son dönemde milliyetçi-ülkücü yayın organlarındaki artış dikkat çekici. Özellikle milliyetçilik temalı kitaplardan çok iyi satış rakamları elde ediliyor.
Artık kalıpların bozulduğuna, ön yargıların yıkıldığına şahit oluyoruz.
Ülkücüler 80 sonrasında hiç olmadığı büyük bir kitle hareketiyle, inanmış bir şekilde yürüyorlar. Ve artık adını koymak lazım, MHP'deki hareketlenme bir millet hareketine dönüşmüş durumda.
Kısır döngülerde, iç çatışmalarla boğuşan ve sadece tek başrol oyuncusunun olduğu siyaset kurumu da artık değişmek zorunda. Sokaklar bunu söylüyor!