Ulusal politikalar ve kalkınma
Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde, iktisadi kalkınma politikaları ve bunların uygulaması ya ulusal kökenli oluyor... Ülkenin iktisatçıları, bürokratları oturup plan program yapıyor. Bu programlarda öncelik politikaları ve araçları tespit ediyorlar... Ya da IMF, Dünya Bankası uzmanları veya bu kuruluşların görevlendirdiği uzmanlar bir program hazırlıyor yani kalkınma programı dış kökenli oluyor.
Ulusal kökenli kalkınma programlarını, ulusal politikalar olarak algılamak gerekir. Zira bilerek veya kasıtlı Türkiye de ulusal iktisat politikası yanlış yorumlanıyor. Ulusal iktisat dışa kapalı ve kendi içine dönük bir ekonomi olarak lanse ediliyor. Gerçekte ise bu anlayış yanlıştır. Her şeyden önce ulusal iktisat politikası, küreselleşme karşıtı bir yaklaşım değildir. Tersine ulusal politika, ekonomik anlamda ulusalcılık, küresel süreçte dış ekonomik ilişkilerde ülkenin ekonomik çıkarlarını önde tutacak, diğer ülkelere karşı rekabet gücünü koruyacak politikalar ve önlemlerdir.
Başka bir ifade ile ulusal iktisat politikası, küresel süreçte ülkenin ekonomik çıkarlarını koruyacak, ülke mallarının uluslararası piyasada rekabet gücünü artıracak, ekonomik anlamda bir ülkenin açık veya gizli olarak kaynak kaybını önleyecek bir politikadır.
Bu tür bir politikaları ne Marksist iktisat ne de klasik iktisat veya neoliberal politikalar içinde değerlendiremezsiniz... Çünkü ülkelerin kendine özgün koşulları, özellikleri, sosyo kültürel yapısı, tarihi ve kültürel değerleri birbirine uymaz. Ulusal iktisat politikaları bu koşullar içinde şekillenir. Bu anlamıyla evrensel bir teori olamaz.
Söz gelimi, Çin’de piyasa ekonomisi anlayışı ile ABD’de piyasa ekonomisi anlayışı birbirinin tersidir. Buna rağmen her iki ülke de ulusal politika uygulamaktadır. Çin merkezi kararlar ve kur politikası ile rekabet gücünü artırıp, cari fazla vermektedir. ABD ise kapitalizmin temsilcisidir.. Cari açık veriyor... Ancak doları dünya parası yaparak ulusal çıkarlarını koruyor. Ulusal politikalar uyguluyor.
Küresel süreçte, iktisat teorilerine boğulmak yerine, ülke çıkarlarını maksimize etmenin tek yolu, ulusal politikalar görünüyor.
Eğer dış kaynaklı politikalar belirleyici olursa, yani IMF gibi, Dünya bankası gibi, işi bu uluslararası kurumlara bırakırsanız, bunların önereceği politikalar, ülke çıkarlarını değil, küresel piyasanın çalışmasını ve diğer ülkelere zarar vermeyecek bir iktisat kuralını önde tutar. Ayrıca da bunlar yalnızca ellerindeki ekonomik göstergelere göre politika alternatifleri seçerler... İçinde yaşamadıkları için, toplumun alışkanlıkları, tasarruf ve yatırım potansiyeli gelenekleri gibi yine söz konusu politikaları etkileyecek değişkenlere bakmazlar. Türkiye bunun iki örneğini yaşadı..
1999’un sonunda IMF, Türkiye için sabit kur sistemi önerdi. 2000 yılında TÜFE yüzde 39 oldu. Kur artışı yüzde 20’de tutuldu. 2001 krizi oldu. Krizden sonra ise sabit kur rejimin tam tersi, dalgalı kur sistemi önerildi. Bir buçuk yıl içinde aynı ülkeye birbirinin tam zıddı, iki farklı kur sistemi önerildi. Türkiye, IMF’den kaynak kullanmak için zorunlu olarak, IMF önerilerini kabul etti.
2001 krizinde ise, güçlü ekonomiye geçiş programı IMF şartları ve kalıpları içinde yapıldı. Herkesin bildiği gibi, bizim uzmanlar değil, IMF uzmanları ve IMF’yi temsil yetkisinde olanlar tarafından hazırlandı. Bunun içindir ki Türkiye, 10 yılda 360 milyar dolar cari açık verdi. Yani biz kaybettik, IMF’nin büyük ortakları kazandı.