Ulusal devlet milli iktisat
Bugüne kadar kalkınma modelleri içinde, küresel dünya gerçeği yer almamıştır. Bugünkü dünyada, ekonomik ve sosyal şartlar değişmiştir. Piyasa genişlemiştir. İnsan faktörü daha belirgin olarak ön plana çıkmıştır. Irak örneğinde olduğu gibi, petrol kaynakları için verilen sıcak savaşların yanında, gizli bir sömürü aracı olarak kur savaşları da yapılmaktadır. Kur savaşlarında ülkeler dış rekabet güçlerini korumak veya artırmak istiyorlar. Ayrıca bütün dünyada kırsal kesimin payı azalmıştır.
Çin’de kırsal kesimden sanayi sektörüne ucuz işçi transferi olmaktadır. Gelişmiş ve bazı gelişmekte olan ülkelerde ve Türkiye’de tersine, az da olsa kırsal kesime dönüş vardır. Bu şartlarda kalkınmanın yeni bir anlayış içinde olması gerekir: Bu anlayış dışa kapanmadan, uluslararası piyasada daha aktif olmak ve ülkelerin rekabet gücünü artıracak politikalar uygulamaktır.
Gelişmiş ülkeler ulusal ekonomik çıkarlarını korumak ve dünya ekonomisinden daha çok pay almak peşindedir. Söz gelimi, ABD’de Başkanından işçisine, tüm ABD halkı, dünyada atılan her adımda ABD ulusal çıkarlarının koruması gerektiği konusunda hem fikirdir. Dünyada büyük ihalelerde ve özelleştirmelerde Başkanlar, Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar devreye giriyor. Gelişmekte olan ülkeler içinde Çin, dış ekonomik ilişkilerde rekabet gücünü korumak için sürekli olarak milli parasını düşük tutuyor. ABD ve Avrupa Yuan’ın değerini artırsın diye Çin’e baskı yapıyor. Bu nedenledir ki Çin, dış cari işlemler fazlası veriyor. Hindistan ve Brezilya da aynı şekilde cari fazla veriyor.
Küreselleşmeyi bir ekonomik sömürü aracı olarak planlayanlar, 2001 krizinden sonra son on yıldır en iyi sonucu Türkiye’den aldılar. Türkiye, yüksek dış açıklar veriyor. Yabancılar yüksek kâr ve faiz transferi yapıyor. Bankacılık sektörüne yabancı sermaye hâkim oldu.
Sonuç olarak, bugünkü şekliyle küreselleşme, rasyonel ve “Ulusal İktisat Politikaları” uygulamayan gelişmekte olan ülkelerin kaynak kaybına neden olmuştur.
Ulusal politikaların temel dinamiği, dış rekabet gücü kazanmak olmalıdır. Bir ekonomide kamu açıkları, enflasyon gibi istikrar sorunları GSYH içinde reel faizlere bağlı olarak, devletten özel sektöre veya tersi kaynak transferine neden olmaktadır. Gelir dağılımını olumsuz etkilemektedir. Aynı zamanda ekonomi de kırılganlığını artırmaktadır. Yatırımları caydırmaktadır. Ancak bir ekonominin dış rekabet gücünü kaybetmesi doğrudan doğruya kaynak ve varlık kaybına neden olmakta ve potansiyel fakirleşme getirmektedir.
Bu bağlamda bir ülkenin önce dış rekabet gücünü artırması gerekir. Türkiye’nin dış rekabet gücünü artırması için, daha gerçekçi bir kur rejimi uygulaması gerekir.
Gelişmekte olan ülkeler bir çözüm olarak kısa vadeli sermaye ve spekülatif sermaye girişlerini sınırlamak zorundadır. Türkiye ise ilaveten bankalarda ve medyada yabancı payını düşürmelidir. Ayrıca gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye’nin, uzun dönemli ve yeni yatırım yapacak, yeni teknoloji getirecek ve istihdam yaratacak yabancı sermayeli yatırımları desteklemesi gerekir.
Sonuç olarak Türkiye; bu gibi küresel tuzaklardan ancak “ulusal devlet ” ve “milli iktisat politikası” anlayışı altında kurtulabilir.