Uçarca uçurum
Türkiye dehşet bir görgüsüzlük batağına düştü. Her yanlış işle beraber görgüsüzlüğün kök saldığını göreceğiz. Hangi durum karşısında nasıl davranılacağını gelenek ve görenekler, temâyül haline gelmiş uygulamalar ve yazılı kurallar belirler. Bunlara uyulmazsa ve gereği yapılmazsa bozgunun önü alınamaz. Kuralları bir bir hayatınızdan kovmayı normal hale getirirseniz doğacak kaosun nereye varacağını bilemezsiniz.
İki yıl önce Yeniçağ''daki ilk köşe yazımda kültür-sanat yazacağımı söylemiştim. Görgü''ye ve toplumdaki davranış değişmelerine dokunacağımı da belirtmiştim. Bugüne kadar doğrudan muâşeret(görgü) ve teşrifat(protokol) konularına girmeye fırsat bulamadım. Yalnız, yazdıklarımın hepsi de birçok bakımdan muâşeret dediğimiz insan ve toplum protokolü çerçevesindeydi. Sadece, görgünün kanun ötesi gücünden bahsedemedim. Günlük hayatta yaşadığımız örnekleri yazamadım. Yine yaşananları yorumlayarak ve işin fikir tarafına ağırlık vererek yürümeye kendimi mecbur hissedeceğimi görüyorum. Belli ki bu dönemde bana düşen budur.
Meclis Meclis olalı…
Gün geçmiyor ki devletin tepelerinde bir görgüsüzlük bombası patlamasın! Meclis''teki bütçe görüşmelerine bakıyorsunuz, edilen sözleri, hareketleri, kabalığı aşan zorbalıkları, hiçbir değere sığmayan davranışları görünce nutkunuz tutuluyor. Evet, hiç mi hiç olmayacak işler karşısında edecek söz bulamıyorsunuz. Böyle giderse, yakında toplu kavga görüntülerinin nereye varacağını göreceğiz. Yapılanlar, -vekilliği bırakın- genel geçer insanlık değerlerine uyacak cinsten değildir. Sevgiye-saygıya, görgüye sığacak işlerden değildir. Ayıp ötesidir diyeceğim yetmeyecek, kötünün kötüsü örneklerdendir. Bilesiniz ki vekillerin vekâletini derhal kaldırmayı düşüneceğimiz hususlardandır. Seçim dışında bize verilmiş böyle bir imkân maalesef yok.
Seçim dedim, derken de dilim yandı: Artık seçim de birikmiş kirlenmeleri giderecek bir mekanizma olmaktan çıktı. En başta partilerde demokrasi, yani barut yok. Milletvekili adaylarının seçimini bir kişi yapıyor. Yığınakta böyle yığın yığın problem var.
Meclis Meclis olalı, kendi içindeki akıl almaz hale gelen arızaları çözmekte hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı. Evet, eskiden de yanlışlar, kavgalar, gürültüler, kabalıklar olurdu. Hatta bir kere ölüm bile oldu. Her defasında, suçlular-kabahatliler şöyle böyle cezalandırıldı. Ölüme sebep olan vekilin sadece siyasi hayatı değil, hayatı kaydırıldı. Şimdi''yi hiç sormayın! Ölüme sebebiyet verecek harekette bulunan ve "Ben özür dilemem" diyen kişiyi Meclis dışına iten bir karar bile görülmedi. Attığı yumruktan, ettiği sözden bin pişman olacağı bir baskı ve hareketini mahkûm etme yaşanmadı.
Bu durumda varacağımız birinci sonuç şudur: Burada sorgulanacak olan siyasetin görgüsüzlüğü ve Meclis''in mehabetinin korunmasına uzak düşen kültürsüzlüğüdür.
Düello bile ileri
Bu gibi durumlarda her zaman tarihi hatırlarım. Gözümün önünden yaşanmış örnekler geçer. Hatırladıklarımı bugüne uyan yönleriyle anlamaya çalışırım. Bazen de karşılaştırdığım olur. Bu tuhaf kavga ve zorbalığı meşrulaştırmaya yol açan görüntüler bana olmayacak bir işi hatırlattı. Düşündüm: Batı Ortaçağı''nın düello âdeti bile bu bizimkilerin kalabalığı arkasına alan korkak efeliğiyle taban tabana zıt bir harekettir. Düelloda kendini ortaya koymak vardır. Eşit şartlarda bir dövüş ve sonu ölüme varacak bir kapışma vardır. Görüldü ki bu bizimkilerin sokak kabadayısı ahlâkına bile uzak efendi uşağı kılıklı öfke püskürmelerinin gösterişçiliğinde sırıtan kör saplantıdır. Buradan her tür kullanılma ve kaba bencillik örneği çıkar. Nitekim çıkıyor.
Seçimler yaklaştı. Bu sözüm ona vekil, güya kendisini yumruğuyla efendisine beğendirecekti. Merd-i kıptînin yiğitlik gösterisi hırsızlığı üzerindendir ya.. bu da kalabalığa güvenerek pavyon fedaisinden beter bir dil ve halle ileri atıldı. Bu, efendisine bağlıların kör saplantılarının nereye vardığını sayıya gelmez olayda gördük. Ona umduğunu buldurmamak kamuoyuna düşüyorsa bari halk gerekeni yapsın. Tepkiler fazla olursa, yaptığının cezasının hiç olmazsa bir bölümünü görür ve listeye giremez. Çare yok, düzelmek için neye inandığını düşünmeyen tapınıcıların her türlüsünden kurtulacağız. Türkiye, bu kör zorbalığı aşabildiği ölçüde kendine gelecek.
Bir pürüfüsür
Bunlar, en hafifinden imamın yellendiği görgüsüzlük halleridir. Nereye varacağını düşünmemiz lazım. Ne yazık ki bu çıkışların münferid(tekil), istisnâî ve şahıslarla sınırlı olaylar olmadığı, verilen tepkilerden bellidir. Anlamak için nereden, nasıl sesler duyduğumuza veya duymadığımıza bakacağız. Mesela zaman zaman IŞİD benzeri anlayışlardan bildiklerimizi hatırlatan tepkiler veren bir profesör var. O da o yumruğu alkışlıyor. Gerekçeyi de güya tarihten alıyor. Gelenek böyleymiş. Hangi gelenekse, hangi tarihse… Tarihe nasıl bir bakışsa… Nasıl bir profesörse… Bu kişi dine de böyle bakıyor, böyle bakıyorlar. Neye inandıklarını görüyoruz. Kişileri, bazı sloganlarla şekillenen gruplarını, hocalarını, sahte şeyhlerini ve reislerini Tanrı gibi kutsuyorlar. Yakınlarda bir ilim adamı dostumla konuşuyorduk. Önce ve sonra ve yalnız Allah''a değil, onlara tapındıklarını söyledi. "Yanlış düşünüyorsun" diyemedim.
Hemen söyleyeyim, Osmanlı toplum ve devlet hayatında bu anlayıştakilerin kabul görmesi mümkün değildi. Tarih arızalarıyla bizimdir. Çöreklendikleri yer maalesef medreseler olabiliyor ve zaman zaman başkaldırıyorlardı. Kadızadeliler hareketi böyleydi. Genç Osman''dan başlayarak yaşadığımız bütün darbeler böyleydi. Başarmış görünseler bile, sonra devlet peşlerini bırakmaz ve mutlaka temizlerdi.
Tekrar edeceğim, tarih ve ecdat o profesör görünen zatın dediği değildir. O kafa Osmanlı devlet hayatında reddedilmiştir. O büyük tarihin genel karakteri inceliktir. Görülmemiş derecede rafineleşmiş bir insan ve hayat bakışıdır. Hâkim görüş bu olduğu için altı yüzyıl yaşamıştır. Yoksa yirmi yılın on yılındaki cehaletin fütursuz kabalığıyla her şeyi batırdığımız gibi, o devirlerde de on yılları göremezdik.
İşin dikkat edeceğimiz yönü
Bu meydanda görünen adamlar tek tek kişiler değil. Arkalarında kendileri gibi din üzerinden semirmiş, semirtilmiş yüzlerce cemaat ve tarikat görünüşlü çıkar örgütleri var. Bunlar sayıca çoklar; devlete ve memleket sathına yayılmış haldeler. Onlarcası cepten, uçkurdan, badelemekten ve çocuk istismarından deşifre oldu. Uyanmadık. Bırakın onu, Fetö bunların tamamı kadar kuvvetli bir örgüttü. Yaptıklarını gördük, yine uyanmadık. Binlerce cemaat hiçbir şey yaşanmamış gibi devam ettiler. Merdiven altında kanun denetiminden, toplum denetiminden uzaktalar. Fakat işe bakın ki bizi, toplumu onlar denetliyorlar. Tam bu durumdayız. Korkuluyor ve ses çıkarılmıyor. Bunu göreceğiz ve tedbir düşüneceğiz. Ne yaptıklarını bileceğiz. Denetim altına alacağız. Ak koyun kara koyun belli olacak. Devlet bu sapkın anlayışlara bırakılmayacak.
Kesin olan şu: Gerektiği kadar ve gerektiği şekilde karşı durulmuyor. Aksine, bu sapmayı ve sapkınlığı görenlerin bu şahıslara tepkisine karşı bir saldırı başlıyor. Fetö''de de böyle olmamış mıydı? Görüyorsunuz, yumruk atana, altı yaşındaki çocukla evlenen ve evlendirene cılız bir "Yanlış yapmışlar" demekle yetiniliyor. "Dini sapıklığınıza alet etmek belalı bir iştir, toplumu çürütür. Diliniz dil değil, hâliniz hâl değil… " diyenlere denmedik bırakılmıyor. Yine aynı efelik. Yine aynı kabalık. Yine aynı zorbalık. Yine aynı görmemişlik. Yine aynı görgüsüzlük.
Bu halleriyle İslamiyet görgüsüzlük dini dedirtenler, dini ne hale getirdiklerini düşünmüyorlar. IŞİD''i ve benzerlerini, bizdeki cemaat yapılarının onların bir tık gerisinde olduğunu konuşturmuyorlar. Sahteliğin kol gezdiği alanın din üzerinden din dışılık olduğunu konuşturmuyorlar.
Birçok din var. Onun için din diyene "Hangi din?" diyeceğiz. Yaşadıklarımıza yol açan din bizimkine benzemiyor. Mide ve uçkur üzerinden yaşanan uydurma bir din bu. Kurgular tam böyle. Dil öyle. Ne dinin istediği yüce düşünce, ne de yaşama inceliği. Böyle böyle binbir görgüsüzlük örneği içinde boğulan bir toplum haline geldik. Daha ileri sözler edilecek durumdayız da dilim varmıyor.