Uçağı düşürülen Türkiye’ye niçin ve nasıl geldik?

Türkiye ile Suriye arasında bir Türk uçağının düşürülmesi ile zirveye çıkan gerginliğin, ABD’nin enerji kaynaklarını kontrol etmek için geliştirdiği Genişletilmiş Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi’nin bir uygulaması olan “Arap Baharı”nın bir sonucu olduğunu söylüyoruz.
Peki ama Türkiye adına, gelişen Avrasya ittifakı ile başını ABD’nin çektiği Tevrat ittifakı arasında seçimi kim yaptı?
Denilebilir ki “Türkiye zaten 1952’de Sovyet korkusu ile girdiği NATO sisteminin Güneydoğu kanadını oluşturmaktadır. Türkiye tercihini o zaman yapmak zorunda kaldı..”
Evet ama bir ittifakın üyesi olmak, o ittifakın başını çeken ülkenin kendi özel projelerini uygulamak değildir. NATO’nun “Genişletilmiş Büyük Orta Doğu ve Kuzey Afrika Projesi” veya “Arap Baharı” diye projeleri yoktur.
O halde, Türkiye bu raya nasıl girdi?
Konu öyle, Tayyip Erdoğan’ın belirttiği gibi, “Bu millet korkan bir millet değildir. İstiklal Marşımız ‘korkma’ diye başlar” gibi sözlerle geçiştirilemez.
Elbette Türkiye’nin Amerikan projelerinin uygulayıcısı olmasında sorumluluk, siyasi iradeye yani AKP iktidarına aittir ama asker kişilerin bunda rolü olmadığını söylemek mümkün
değildir.

***


Hemen herkes unutmuştur ama 2003 yılında Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, 1 Mart tezkeresinden önce “kötü ile daha kötü” arasındaki tercihten bahsederken sonrasında “Avrasya‘da ileriki on yıllara uzanan çok önemli politik, ekonomik, sosyal ve askeri gelişmeler olacak. Yeniden yapılandırılacak bu coğrafyada, mesele, hangi çağdaş seviyede bir ülke ve hangi ülkeler topluluğunun içinde yer alacağımızdır. Savaşın ne kadar süreceğini kestiremiyoruz. Ancak, ‘akıl ve sevgiden başka, her şeyin yedeği olmalıdır’ öğretisinden hareketle savaşın beklenmeyenlerle dolu olduğu, her şeye hazırlıklı olmak gerektiği daima rehberimiz olmuştur”
diyordu..
Yani Türkiye henüz, kesin bir karara varmamıştı.

***


Bu sözlerle, ABD-İngiltere-İsrail koalisyonu dışlanmış olmuyor ama Rusya-İran-Çin bloğunun da Türkiye’yi beklediği vurgulanmış oluyordu. Fakat takip eden süreçte, gerek Tuncer Kılınç, gerekse Halil İbrahim Fırtına’nın “Türkiye, Rusya, İran” ekseninden bahsetmeleri etkili olmadı. 2004 yılında Türkiye, Amerikan projelerinin eş başkanı oldu. Gücü ele geçirenler, Avrasya seçeneğini telaffuz eden komutanları ve aydınları, Ergenekon ve Balyoz davaları ile harcamaya kalkıştı.
İşte Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye teslim edilmesi, Bülent Ecevit’in, “Irak’ın kuzeyinde çağdaş bir devlet kuruluyor” diyebilmesi, hemen ardından Amerikan Büyükelçisi Pearson’ın “Erzurum’dan Bağdat’a uzanan coğrafya tek bir ekonomik bölge haline gelecektir” sözleri, Ahmet Davutoğlu’nun bu coğrafyada bir “Mezopotamya Projesi” nden söz edebilmesi, Oslo süreci ve ardından Amerikan Büyükelçiliği ile görüşen Leyla Zana’nın “Sorunu Tayyip Erdoğan’ın çözeceğine inanıyorum” yaklaşımından sonra Erdoğan ile görüşmesi, hep bu tercihin sonuçlarıdır.. Yani bölünme süreci.. Aydınlık Gazetesi’nin haberine göre Abdullah Öcalan’ın zaman zaman Bursa’da ağırlanıyor olması da bu sürecin sonucudur.

***


Zaten 2005 yılında, Foreign Affairs dergisinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Avrupa Birliği’ne bakışıyla ilgili konu ile ortak bir makaleleri yayınlanan asker kökenli Ersin Aydınlı, Nihat Ali Özcan, Doğan Akyaz’ın tespitlerine göre, “AB süreci, ordunun Türkiye’ye dönük tehditleri bertaraf etmeyi amaçlayan ideolojisini sürdürme gereği duymadığı bir noktaya gelirse, TSK Kemalizmi de yeniden tanımlar” idi..
Aslında Hilmi Özkök’ün “Egemenlik kavramı değişmiştir” sözü, bu tanımlama girişiminin yeni bir şey olmadığını göstermekteydi. AKP iktidarı da ayağını yere sağlam bastıkça, Kemalizmi bir kenara bırakın, Türk Anayasası’ndan Türk adının çıkarılması ve Türkiye’nin rejiminin değiştirilmesini bile söz konusu edebilmiştir.
Bütün bu yönelimler gayrı meşrudur ama seçmen tercihleri de dini duygular ve geçim kaygıları kullanılarak değiştirilmiştir.
İşte Türkiye bu ahval ve şerait içindedir.
Belki Türk uçağının düşürülmesi ile başlayan yeni süreç, Türk halkının yukarıdaki gerçekleri görmesini sağlayabilir..
NOT: Değerli okurlar, Ramazan’da buluşmak üzere izninizi rica ediyorum.

Yazarın Diğer Yazıları