Türkiye ve Amerika
Dış politika, peşin hükümlerin ötesinde sadece akılla ve sabırla ele alınması gereken bir iştir. Bu ölçü ile Türkiye'nin içinde bulunduğu şartları çok iyi görmeliyiz. NATO ve Rusya bugün Türkiye'yi çembere almıştır. Rusya, Karadeniz'de Kırım'a el koyarak kuzeyden, Ermenistan'daki hakimiyeti sebebiyle doğudan ve Suriye'deki her gün güçlenen varlığıyla güneyden Türkiye'yi kuşatmıştır. Türkiye'nin AB üyesi ülkelerle başta Almanya ve Fransa ile ilişkileri son derece gergindir. Ayrıca Sn. Erdoğan'ın bir ay önceki Paris ziyaretinde Macron'un basının önünde "İki yüzlülüğü bırakalım, bir hukuk devleti olmayan Türkiye AB üyesi olamaz!" dediğini unutmayalım.
Hollanda Büyükelçisinin geri çekildiği, İsveç Dışişleri Bakanı'nın Türkiye seyahatini belirsiz bir tarihe ertelemek lüzumunu duyduğu bir ortamda AB ile ilişkilerin düzeleceğini hayal etmeyelim. Hukukun üstünlüğü sıralamasında en son 113 ülke arasında 101'inci sırada bulunan Türkiye hâlâ AB kriterlerini görmezden gelerek üyelik konusunda taleplerde bulunuyor. Demek ki biz ülkemizi OHAL rejiminden çıkarmadan, hukuk devletinin icaplarını yerine getirmeden AB konusunda ne desek ve ne yapsak nafiledir.
Kurtarıcı melek!..
ABD ile Türkiye ilişkileri Stalin'in Türkiye'den toprak istemesiyle ısınır. ABD II. Dünya Savaşı'nın galip devletlerinin öncüsü olarak kurtarıcı meleğimiz olur. Bugün sayısını ve içeriğini bilmediğimiz ikili anlaşmaların imzalanması başlar. Kore Savaşında ABD'nin talebi üzerine; Türk ordusunun seçme unsurlarından meydana gelen tugay çapındaki birliğimiz Kore'ye gönderilir. Bu birlik eşsiz kahramanlığıyla NATO kapısının ülkemize açılmasında koç başı olur.
NATO'ya girdiğimiz zaman belli bir silah sanayimiz, uçak üreten, dışarıya satan bir teknolojimiz vardı. NATO'ya girdikten sonra hepsine kilit vurulur.
Atatürk'ün şahsiyetli, millî kimliği esas alan T.C. Devleti gitti O'nun yerine zirvedeki bazı şahsiyetlerin; "Türkiye küçülmüş bir Amerika'dır" sloganı geldi. Silahlı Kuvvetlerimiz, eğitim sistemimiz, sağlık teşkilatımız hepsi buna göre düzenlendi. Hele hele Türk tarımının ABD'den gelen traktörlere terk edilmesi meralarımızı sürdü, hayvancılığımızı öldürdü.
Bugün ABD, Membiç'e giremezsiniz diyor. Burada yıllardır devam eden yanlışlarımızın ABD'ye verdiği cesareti anlamak zorundayız. Hele son yıllarda ABD'nin TSK'ya yaptığı düşmanlıkları ne çabuk unuttuk. 1992 yılında Ege Denizi'nde yapılan NATO tatbikatında haince ateşlenen iki füze ile Muavenet isimli savaş gemimizi vurdular. Kaptan dahil 5 şehit verirken 22 personel yaralandı. Gemi kendi imkanlarını kullanarak kahraman Makine Subayının yönetiminde Çanakkale Boğazı'nı aştı, Gölcük'e geldi. Ne yazık ki yaraların tamir edilmesi mümkün değildi. Muavenet hurdaya çıkarıldı. 2003 yılında K.Irak'ta Türk askerlerinin başına çuval geçirilmesi kara kaplı deftere yazıldı.
ABD ile Türkiye arasında Johnson'un mektubu, Kıbrıs Krizi, Kongrenin Türkiye'ye Ambargo kararı gibi çok ciddi krizler yaşandı. Ancak Türkiye ile dostluk ve iş birliğinin devamını samimiyetle isteyen kesimler de vardı. 1975 silah ambargosunda Kongre, Türkiye'ye kesinkes karşıydı, fakat Pentagon Türkiye'den yana çözüm bulmak için çaba harcıyordu. Türkiye'de de durumun aynı olması diplomasinin işlemesine imkan veriyordu. O yılların Washington Büyükelçisi Ş. Elekdağ "bugün böyle dayanacağımız bir zemin yok" diyerek konuyu özetliyor.
Dünde kalma, bugünü gör...
Suriye'nin toprak bütünlüğünün korunması Türkiye için hayati önem taşımaktadır. Bu yolda her türlü fedakarlık yapılmalıdır. Öncelikle "asalet, mazur görmektir" hikmetine sarılarak Esad hakkında konuşmaktan ve hüküm vermekten uzak durmalıyız. ÖSO gibi kökünü yönünü bilmediğimiz kalabalıklar yarın başımıza dert olabilir. Harekatı Suriye Yönetimi ile iş birliği yaparak gerekirse Suriye ordusu ile birlikte yapmalıyız.
Türkiye gerçekçi olmak zorundadır. Rusya bizim Afrin'e girmemize neden müsaade etti? Önce Suriye'nin hava sahasını kapatıp, sonra neden açtı? Serinkanlı bir üslupla düşünürsek TSK'nın savaş kabiliyetinin test edildiğini görürüz. İsrail yıllardır kullanacağı bir Kürt Devleti kurma peşindedir. ABD'nin İsrail'in istediği her şeyi emir telakki ettiğini unutmayalım. İsrail Devleti'ni kuran Balfour Deklarasyonu'nun mimarı İngiltere'dir. İngiltere'nin bankacılık sisteminin %100'ü, Fransa'nın bankacılık sisteminin %92'si Musevi asıllı Rothshild ailesinin sahipliğindedir. Düşmanımız karınca kadarsa onu fil görmemizi atalarımız öğütlüyor. Bütün bu gerçeklerin ışığında Rusya, ABD, İsrail karşımızdayken biz Türkiye, Suriye, İran ve Irak iş birliğini kurmalı ve korumalıyız.
Siyasi tarih, bütün büyük devlet adamlarının sırrını dünde kalmayıp, bugünü görmek ve gerçekleri kabul etmek olarak özetliyor.