Türkiye, İran, Rusya ve Monroe Doktrini
ABD'nin Başkanı James Monroe 2 Aralık 1823 tarihinde şöyle diyordu: "ABD'nin, Avrupa devletlerinin sorunları ile hiçbir ilgisi yoktur ve bu sorunlara karışmayacaktır. Fakat buna karşılık, Avrupa devletleri de Amerika Kıtalarının sorunlarına karışamaz. Avrupa devletlerinin kendi sistemlerini Amerikan yarımküresine sokmak için yapacakları her teşebbüsü ABD kendi barış ve güvenliğine yöneltilmiş hareket sayacaktır."
ABD güçlendikten sonra Monroe doktrinini terk etmiş, dünyada iç işlerine burnunu sokmadığı hiçbir ülke kalmamıştır. İslam ülkelerinin halkları ABD'ye kendi işine bak, biz sizin iç işlerinize karışmıyoruz siz de bizim ülkelerimizin iç işlerine burnunu sokma diyecekleri günü bekliyor.
İran, Rusya ve Türkiye'nin İdlib gündemiyle toplandıklarında yaptıkları da budur. Bölge ülkeleri söylemde olması bile gösterdikleri tavırlarla ABD'ye özelde Suriye'yi genelde ise Orta Doğu'yu karıştırma ve karışma demektedir.
Nitekim İran Cumhurbaşkanı Ruhani şunları söylemiştir: "Kanunsuzca Suriye'de bulunan ve tecavüz gerçekleştiren ABD hükümetinden olumlu ve yapıcı bir adım beklenemez. Suriye'de kalıcı barışa ulaşması için ciddi sorunlar yaratmaktadır... ABD'yi Fırat'ın doğusundan çıkmaya zorlayalım, çünkü krizin devam etmesindeki en büyük etken ABD'dir".
ABD'ye özelde Orta Doğu'yu genelde ise dünyayı istediği gibi dizayn etme hakkının olmadığı hatırlatılmalıdır. Hele hele Trump başkanlığındaki ABD'nin sorun çözme, barış ve istikrar diye bir meselesi yoktur. Aksine ulusların başına bela olma ve ülkeleri soyma diye bir politikası vardır.
Sömürgeci güçler bölgeden uzaklaştırılmalıdır!
Buraya nereden gelindi, sorusunun cevabını iktidar çok iyi düşünmek zorundadır. Bir defa Soğuk Savaş yılları bölge ülkelerini uzun seneler jeopolitik eksenli düşünmekten alıkoymuştur. O yıllarda Türkiye'nin ve diğer bölge ülkelerinin uluslararası ilişkilerini belirlemede ideoloji her şeydi. Jeopolitik, ekonomi ve kültür ikincil bir konumdaydı. Soğuk Savaş döneminde ABD'nin düşmanını düşman, gücünü güç bellemek dış siyasetin eksenini oluşturuyordu.
Küresel kutuplaşmada gelinen aşamada ideolojinin yerini din aldı. ABD için eskiden her olayın altında "komünistler" vardı şimdi de radikal/cihatçı "İslami teröristler" var.
ABD ve birçok Batı ülkesi İslam'ı sistematik bir biçimde terörle özdeşleştirdi. Tek kutuplu dünyanın küresel hegemonu, din eksenli "medeniyetler arası çatışma" tezini devreye soktu. Batı ülkeleri de bu bağlamda bilinçaltındaki "Haçlı" ruhunu açığa vurdu. İşin ilginç yanı da İslam'ı hedef alan küresel gücün müttefikleri arasında birçok İslam ülkesi de yerini aldı.
Uluslararası ilişkilerde din-ideoloji-etnisite karşıtlığı yerini jeopolitik-kültür-ekonomik çıkara bıraktığında kalıcı barış da sağlanmış olacaktır.
Bölgenin sorunlarını bölge ülkeleri çözmelidir!
Napolyon'dan bu yana küresel güçler rüştünü her yerden çok Orta Doğu'daki etkinliğiyle ölçer hale gelmiştir.
1916'da İngiltere adına Mark Sykes ve Fransa adına da François Georges-Picot Orta Doğu'yu babalarından miras kalan araziymiş gibi parselleyerek paylaşmışlardı. İki kişinin çizdiği sınırlarla Irak, günümüzde Ürdün'ün bulunduğu topraklar ve Filistin, İngiltere etkisine, Suriye ve Lübnan da Fransız etkisine girdi. Sykes ve Picot sonrası Mısır, İngiltere yönetimine girdi, Fransa Mağrip'i kontrolü altına aldı.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngiltere Orta Doğu'da hâkimiyetini büyük ölçüde ABD'ye devretti. İngiltere'nin Orta Doğu'yla ilgili planlarının yerini ABD'nin Arap Baharı ve Büyük Ortadoğu planları aldı.
Orta Doğu ülkeleri karşılaştığı sorunların çözümünü ABD'den bekliyor. Bu durumda ABD de bölgeyi istediği gibi tasarruf etmeye devam ediyor.
İran, Rusya ve Türkiye bölge ülkelerinin sorunlarıyla ilgili olarak daha geniş inisiyatifler almalıdır.
Bölge ülkeleri bölgesel sorunlarla ilgili olarak ilişkilerini kurumsallaştırmalıdır. Türkiye, jeopolitiğinin gereğini süratle yerine getirmelidir. Jeopolitik ise Türkiye'nin Suriye'yle kayıtsız şartsız dost olmasını gerektiriyor.