Türkiye, gaz odası!
Erdoğan’ı dinlerken ülkenin yarısı mest olurken, diğer yarısı kalp krizi geçiriyor. Türkiye için işte asıl tehlike budur.
Allah korusun, Türkiye bir şekilde mecbur kalsa, “Gel ülkeyi yönet” diye bir başbakan ithal etse. Gelen başbakanın göndericiler tarafından kendine verilen örtülü görevi de halkı birbirine düşürmek olsa. İşte o da tıpkı Erdoğan’ın yaptığını yapar, konuştuğunda ülkenin bir yarısını diğer yarısına düşman ederdi.
“Öfkeyi bir hitabet sanatı” zanneden Sayın Başbakan, mütedeyyin insanları, camilerinizde bira içtiler, ayakkabıları ile minbere çıktılar, halıları çiğnediler diye, Gezi Parkı müdavimlerini hedef gösteriyor. Aynı şeyin bin beteri Irak’ta Haçlılar tarafından camilere yapıldığında hiç sesini çıkartmamış, aksine, Amerikan halkını özgürlükler için fedakârlıklarda bulunan asker evlatları dolayısıyla kutlamış, onların sağ salim evlerine dönmeleri için dua etmişti. Türkiye’nin Başbakanı olarak Sayın Erdoğan’ın hiç olmazsa camileri Haçlı kışlası haline çeviren Conilere gösterdiği tolerans kadar polislerinden kaçarak camiye sığınmak zorunda kalan Gezi Parkı göstericilerine de göstermesi, teskin edici, yatıştırıcı olması açısından gerekmez miydi? Kaldı ki, camide bira içildiği de ispatlanmış değil.
Bir de Bahçelievler Belediye Başkanı’nın gelininin İstanbul Kabataş İskelesi’nde üst tarafları çıplak, eldivenli yüz kişi tarafından tacize uğraması iddiası var. Böylesine kalabalık bir yerde üst tarafları çıplak yüz kişi bebekli bir kadına saldıracak ve bu olayı gören şâhit, bu çirkinliği kaydeden tek bir kamera olmayacak! Akıl kârı mı? Olsun, amma Erdoğan bunu sürekli söylüyor, işte diyor, Gezi Parkı’ndakiler böyle insanlar. Ne kadar ayıp. Ayıp çünkü olay doğru olsa bile, Gezi Parkı’ndakileri değil, sadece yapanları bağlayan bir hadise. Çünkü Gezi Parkı eylemcileri, “Bunu yapan hayvandır” diyor. Amma Erdoğan hâlâ herkesi suçluyor. Çok cesur doğrusu, cesur çünkü yüz binlerin, hatta milyonların günahını almaktan hiç korkmuyor...
Yine Sayın Erdoğan Sincan’da kendisini alkışlayan elleri, “Bu eller yıkan, yakan eller değil” diyor ve Gezi Parkı’ndakilerin tamamını “yakan” ve “yıkan” insanlar olarak gösteriyor. Yine aynı şey, yine toptancılık. Yani kendisini destekleyenler toptan tertemiz ve cennetlik, amma Türkiye’deki olup biten pek çok haksızlık ve hukuksuzluğa “Gezi Parkı” mührü altında itiraz edenler toptan cehennemin dibine lâyık! Şimdi siz böyle bir zihniyetten adalet bekleyebilir misiniz?
Bekleyemezsiniz. Zâten zatı âlilerinin “âdalet” diye bir dertleri de olmadığı Gezi Parkı ile ilgili yargı kararına duyduğu öfke ile ortaya çıktı. Yargı siyasî ve şahsi çıkarları doğrultusunda karar verdiğinde, “Bu yargının işi, biz karışmayız” demek, aksi olduğunda ise, “Şimdi böyle bir karar vermenin sırası mıydı” diye yargıyı kötülemek ve onu referandumla aşmaya çalışmak dünyanın gözü önünde olan şeyler.
“Yakıp-yıkma” işini elbette tasvip etmeyiz, edemeyiz. Yalnız Sayın Erdoğan’ın kendisini alkışlayan ellerin “yakıp yıkan eller olmadığına” kefil olmasının pratikte hiçbir anlamı yok, bunun da bilinmesini isteriz.
Biz onların attıkları ’tivitleri’de okuduk, ellerine geçirdikleri her muhalifi bir kaşık suda boğmak isteyen o kadar çok taraftarı var ki. Cana kastetmeyi amaç edinen, mala haydi haydi kasteder.
Ayrıca, kendilerini alkışlayanlar o kadar muhlis mi değiller mi, anlamak hiç de zor değil.
Polis, TOMA’ları, biber gazları ve plastik mermileri ile Gezi Parkı sakinlerine reva gördüğü muameleyi AKP’li kalabalığa şöyle bir-iki saat reva görsün de bir seyredelim bakalım; polise “Biz bunu hak ettik, ellerinize sağlık” mı diyecekler, yoksa, sâyenizde altlarına çektikleri arazi jeeplerini sizin verdiğiniz emri uygulayan
garip Anadolu çocuklarının üzerlerine mi sürecekler?!
Netice Sayın Başbakan:
Türkiye’yi bir “gaz odası” haline çevirdiniz ve şimdi tutmuş, “Kimse bizi üçüncü dünya ülkesi gibi gösteremez” diyorsunuz. İnanınız, artık üçüncü dünyada da böyle bir kepazelik, böyle bir ilkellik kalmadı.
Aşmadık eşik bırakmadınız, tebrikler!!!