Türkiye dönüşüme zorlanıyor
Tek kutuplu dünya düzeninde hegemonik düşünceler ortaya çıkmış, küreselleşme denen, uluslararası sermayenin, baskın kültürün hüküm sürdüğü, mal, hizmet ve sermayenin sınır tanımadığı, egemenliğini muhafaza etmeye çalışan ulus-devletlerin hedef haline geldiği bir ortam doğmuştur.
Bu ortamda, Türkiye’nin de içinde bulunduğu geniş bir coğrafyada jeopolitik bir boşluk oluşmuştur. Bu coğrafya, dünya hâkimiyet düşüncesinde önemli yer oluşturan Büyük Orta Doğu bölgesidir. ABD tarafından, bölgede kontrolün sağlanabilmesi için BOP adı altında bir proje uygulamaya sokulmuştur. Projede Türkiye’ye de sahip olduğu özelliklerinden dolayı yeni roller biçilmiştir. Yeni roller, var olan tehditleri arttırmış ve yeni şekillere dönüştürmüştür.
Türkiye’nin projedeki önemi; NATO üyesi, AB aday ülkesi olması, Batı içinde kabul edilmesi, nüfusunun %99’unun Müslüman olması, belirtilen coğrafyadaki ülkelerle kültürel benzerlikleri ile tarihî ilişkilerinin bulunmasından kaynaklanmaktadır. Projede, Türkiye’nin, kendi amaçlarına uyum sağlayacak bir şekle dönüştürülmesi ve gücünün kontrol edilebilir olması düşüncesi de yer almıştır.
Varlığını ulus-devlet, üniter-devlet, laik-devlet esaslarıyla sürdüren Türkiye, açıklanan bu düşüncelerle, dış güçlerin etkisi ile dönüşüme zorlanmaktadır. Bu süreçte, etnik farklılıklar ile dinî duyguların istismar aracı olarak kullanıldığı, hedefin de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluş felsefesi ve benimsediği yapı olduğu anlaşılmaktadır.
Bu değişim ve dönüşümde, ulus-devlet ve üniter devlet anlayışının bozulması için etnik bölücülük ön planda tutulmuştur. Bu bölücü tehdit terörle başlamış, siyasetle devam etmektedir. Terörden kurtulmak için açılım adıyla başlatılan girişim, tehlike yaratmıştır. Mevcut anayasanın değiştirilmesi ile dönüşümün sağlanamayacağı anlaşıldığından, yeni bir anayasanın yapılması ülke gündemine getirilmiştir.
Türkiye’nin rolünü gerçekleştirebilmesi için, bölge ülkeleri ve İslam dünyası ile iyi iletişim kurması, ancak demokratik ve hukuk devleti anlayışını muhafaza etmesi, laik-devlet anlayışından kısmen İslamî yaşam tarzına doğru bir görünüm alması, “ılımlı İslam” olarak adlandırılan bir yapı ve davranış biçimini benimsemesi düşünülmüştür. Bu nedenle, iç siyasetin ve dinî hassasiyetlerin kullanılması gündeme gelmiştir. Yeni anayasa düşüncesi, bu yaklaşımı da kapsamaktadır.
İki yönlü tehdit altında olan Türkiye’nin, bu tehditlere karşı, savunma mekanizmalarını harekete geçirmesi doğaldır. Devletin savunma mekanizmaları anayasal kurumlardır. Değişimi ve dönüşümü gerçekleştirmek isteyen güçlerin, savunma mekanizmalarını etkisiz hale getirmeyi planlandığı ve bu maksatla psikolojik bir propaganda sürecini başlattığı kıymetlendirilmektedir. Psikolojik propagandada öncelikle TSK’nın, sonra da yargı sisteminin esas alındığı algısı mevcuttur. Neticede kurumların, amacın önünde engel olmaktan çıkarılarak, kurulması istenen sisteme uyumlu hale getirmesinin düşünüldüğü değerlendirilmektedir.
İmkânsızlıktan dolayı bilgi sahibi olamamaktan, yanlış yönlendirilmekten, olumsuz propagandaya maruz kalmaktan, dış baskılar veya iç siyasî kaygılar gibi çeşitli nedenlerden dolayı olayları doğru teşhis edemeyen ve tehlikeyi fark edemeyenler olabilir.Hatta değişim ve dönüşümü, ileri demokrasiye geçiş olarak nitelendirenler de bulunabilir. Ancak ülkenin varlığı, bütünlüğü, güvenliği, ulus-devlet ve üniter yapısı ile cumhuriyet ilkeleri ciddi tehlike altındadır.Bilmeyerek veya istemeyerek de olsa bu sürece destek veren veya sürecin içinde olanların, tehlikenin farkına varmaları önem arz etmektedir.
Türkiye, tehlike ve tehditleri bertaraf edebilecek güçtedir.Bu gücü tarihî geçmişinden, gelenek ve göreneklerinden, kültürel yapısından, milletinin duygularından, coğrafyasından, jeopolitik öneminden, anayasal kurumlarından, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti anlayışından ve Atatürkçü düşünce sisteminden almaktadır. Ulus-devlet, laik-devlet, üniter yapı mutlaka korunması gereken değerlerdir.
Türkiye’nin enerjisini, çeşitli düşüncelerle dışarıdan destekli veya desteksiz iç çekişmelere harcaması, güvenliği olumsuz yönde etkilemektedir. Bu zararlı düşüncelerin, aklı ve mantığı esir almasına müsaade edilmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin tasfiyesini esas alan girişimlerden vazgeçilmeli, ülkenin kutuplaşmasına, vatandaşların ayrışmasına ve ortamın gerginleşmesine imkân tanınmamalı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin değişimine ve dönüşümüne yol açılmamalıdır.