Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk denir

Noktasız Dergi'nin, cumhuriyetimizin yüzüncü yılına özel seçtiği “Eşitlik” temalı 11. Sayısı, Bahar 2023’te dikkat çeken bir bölüm var.

İrem Bayraktar, “Cumhuriyetin Kuruluşu: Azınlıklar ve Ulus-devlet” konusunda ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ömer Turan ile söyleşi yaptı. Özetliyorum:

-Soru: Türkiye’de, imparatorluk mirası ve coğrafi konum nedeniyle farklı etnik unsurların bir arada bulunması, bu ulus kimliğinin kurulmasında ne gibi bir yolun izlenilmesini gerektirdi?

Turan:“Anadolu coğrafyasının bir tarihsel zenginliği var. Bizim bir idare etme, birlikte yaşama ve yaşatma tecrübemiz ve kültürümüz var.

Mustafa Kemal Atatürk, ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür’ derken bu birikime dikkati çekmiştir.

Modern manasıyla milliyetçilik, Fransız İhtilali ile birlikte ortaya çıkmıştır.

Bu dönem ‘milliyetçilik çağı’ olarak tanımlanır. Bu dönemde milliyetçilik kutsanmış, millî devletler kurulmuş, millî kimlikler vurgulanmış, millî kurumlar oluşturulmuştur.

Hâliyle bu gelişmeler Osmanlı’ya da sirayet etmiştir. ‘Osmanlıcılık’ düşüncesi ortaya atılmıştır.

Bu akım tutmayıp gayrimüslimlerin ayrılması devam edince, Müslümanları bir arada tutmak için ‘İslamcılık’ denenmiştir.

O da tutmayınca mecburen ‘Milliyetçilik, Türkçülük’ yoluna girilmiştir.

Atatürk en başta olmak üzere cumhuriyetimizi kuran irade, ‘Türklüğü’ esas almıştır ve bu Türklüğü aidiyet, mensubiyet şuuru üzerine bina etmiştir.

Atatürk, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir’ demiştir.

Ne dil ne din ne ırk. Hiçbirisi değil. Bakın, aidiyet söz konusu.

Sen kendini bu topraklara ait hissediyor musun?

Verdiğimiz bağımsızlık mücadelesini benimsiyor musun?

Geleceğini bizimle beraber görüyor musun? O zaman bizdensin.

Bu tanım, Batı’daki bir anlamda ‘sağlıklı milliyetçilik’ olarak tanımlanan territorial nationalism’in (bölgesel milliyetçilik) karşılığıdır.

Albert Sorel ‘Fransa toprağı bin yılda Fransız insanını yarattı’ der.

O topraklar üzerinde yaşayan insanları kucaklayan, farklı etnik gruplara mensup olsalar da onlara ortak bir Fransızlık duygusunu yaşatan, Fransız kimliğini veren şey o bin yılda gerçekleşen ortak yaşanmışlıklardır.

Bu durum bizim için de geçerlidir. Böyle bir milliyetçilik ve Türklük anlayışı benimsenmiştir. Esas bakış budur.”

-Soru: Cumhuriyetin kurucu kadroları, Kürt kökenli yurttaşları Türk ulus kimliği altında nasıl toplamayı planlamışlardı?

Turan:“Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda yeni dünya düzeni belirlenirken çatışmaların sebebi olarak görülen milliyetler sorununun çözümü için ulus devletlerin kurulmasına sıcak bakılmıştır.

Savaş sonunda imzalanan bütün barış antlaşmalarında bu şekilde dil, din, soy azınlıklarıyla ilgili hükümler vardır.

İtilaf Devletleri, Lozan Barış Antlaşması’nı da Birinci Dünya Savaşı’nı bitiren antlaşmalardan biri olarak görmüşlerdir.

Antlaşma metnine dil, din ve soy azınlıklarıyla ilgili hükümler koymak istemişler, İsmet Paşa’nın itirazıyla karşılaşmışlardır.

İsmet Paşa’nın Lord Curzon’a ‘Ben buraya Mondros’tan değil Mudanya’dan geldim’ sözü bu bakımdan çok önemlidir.

Osmanlı ‘millet sistemi’ içinde Türkiye’deki bütün Müslümanların kader, kıvanç ve tasada bir oldukları savunularak soy ve dil azınlıkları reddedilmiş, o zamanki mevcut hukuk sisteminde Müslüman olan/olmayan ayrımı yapıldığı için sadece din azınlıkları kabul edilmiştir.

‘Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk denir’ ifadesi bu bakışı yansıtır.

Türk üst kimliği altında diğer topluluklar gibi Kürtlere de yer vardır. Bu anlayışta dini ve etnik alt kimlikleri reddetmeden Türklük şemsiyesi altında toplamak söz konusudur.

Günümüzde de bu anlayış egemendir.”

Yazarın Diğer Yazıları