Türkiye-ABD ilişkilerinde öne çıkanlar
ABD’deki başkanlık seçimlerinin ardından başlayan yeni Obama dönemindeki beklentiler ile tarafların Orta Doğu’da devam eden gerginlik ve çatışma ortamındaki tutumları, iki ülke arasındaki ilişkileri şekillendiren gelişmeler olarak nitelendirilmektedir.
Yeni dönemde Obama’nın ağırlıklı olarak kendi ülkesinin ekonomik durumuna odaklanacağı, dış politikada bugüne kadar ön planda tuttuğu aktif davranış tarzını sınırlandıracağı, bu kapsamda Afganistan’daki askerlerini belirli bir takvime göre çekeceği, Suriye, Irak ve İran başta olmak üzere Orta Doğu’da güç odaklı bir müdahale niyetinin olmadığı anlaşılmaktadır. Ancak Orta Doğu’da tırmanan gerginliğin, dönemsel olarak neler ortaya çıkabileceğini kestirmek de kolay değildir.
***
“Arap Baharı” hareketinde, laiklik adına bölgedeki birçok diktatörlüğü destekleyen ABD, bu zorlama yerine, birlikte çalışabileceklerine inandıkları ve daha önce dışladığı radikal İslamcıların iktidara gelmesini genel anlamda desteklemiştir. Bu anlayış değişikliğinde, açık olarak belirtmemesine rağmen, “Türkiye Modeli” düşüncesinin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Uzun vadede yeni yönetimlerin ne kadar ABD tarafında olacağı konusunda ABD’nin tereddüdü olduğu da tahmin edilmektedir.
“Türkiye Modeli” olarak düşünülen yapının da, kökü İslami olan ancak Batı ile iletişim içinde bulunan, küresel ekonomik entegrasyonun içinde hareket edebilen, ABD’nin çıkarlarını gözetebilen bir yönetim şeklinde algılandığı söylenebilir. Hatta ABD’nin, doğrudan Türkiye’yi ifade etmeden “Model Ortaklık” kavramını “Çoğunluğu Müslüman olan bir ülkeyle, çoğunluğu Hıristiyan olan bir ülkenin ortaklığının Orta Doğu’ya örnek olur” şeklinde belirtmesi, bu anlayışı teyit etmektedir. ABD’nin, Mısır’da böyle bir model arzu ettiği ve Türkiye-Mısır ilişkilerini de, bu anlayışla desteklediği değerlendirilmektedir.
***
ABD, Suriye’de Esad’ın gitmesini istemektedir. Ancak ABD ilkesel olarak, radikal ve cihatçı İslam ile savaşırken, Suriye’de, içinde terör örgütlerinin ve cihatçı anlayışla radikal İslam’a destek vermek için gelen gönüllülerin de bulunduğu muhalif güçlere destek vermenin, kendi açısından bir ikilem yarattığı kanaatini taşıdığı düşünülmektedir. Ayrıca muhalifler tarafındaki bir yönetimin Şam’da işbaşına gelmesinin endişesini de yaşadığı söylenebilir. Bu nedenle Suriye konusundaki desteğini sınırlı ve kontrollü tuttuğu anlaşılmaktadır.
***
Türkiye, ABD’nin Suriye konusuna yeteri kadar destek vermediği, ABD ise Türkiye’nin bu konuda olabileceğinden fazla destek isteği anlayışına sahiptir.
Türkiye’nin İsrail politikasıyla, ABD’nin politikası arasında çok büyük farklılıklar bulunmaktadır. Bu konuda gerilimler yaşanmakta ve yaşanacağı da beklenmektedir. Önümüzdeki dönemde İsrail’in, Gazze’ye kara harekâtıyla müdahale noktasına gelmesi halinde Türkiye-ABD ilişkilerinin bozulabileceği de öngörülmektedir.
***
Bir diğer konu da Irak ve Irak’ın kuzeyindeki yönetimle ilişkilerdir. Halen Irak merkezi yönetimi ile kuzeydeki yönetim arasında gerginlik devam etmektedir. Kuzeydeki yönetim ABD ile ittifak halindedir. Ancak bu ittifak, bilinen 1 Mart tezkeresinin sonucunda güçlendiğinden ve zamanın şartları neticesinde oluştuğundan dolayı taktik bir ittifak olarak nitelendirilmektedir. Stratejik bir ittifak olarak ortaya çıkmadığı için Maliki yönetimiyle Barzani yönetiminin çatışmasını ABD, sürekli olmamakla birlikte bir müddet için görmezlikten gelebilir. Hatta bu çatışmaya müdahale de etmeyebilir. Bu durumda Erbil’in Ankara’dan destek arayışına gitmesi beklenen bir gelişme olacaktır.
Diğer taraftan Maliki yönetiminin Şii İran’la iyi ilişki, hatta dayanışma içinde olduğu göz önüne alınırsa, çatışmanın etnik boyutunun yanında mezhepsel bir boyut kazanacağı ve bunun bölgede bir mezhep çatışmasına yol açacağı da dikkate alınmalıdır.
Türkiye’nin, en kötü senaryo olarak ortaya çıkabilecek mezhepsel ve etnik esaslı çatışmaları dikkate alarak, bölgedeki ilişkilerini ve girişimlerini birleştirici ve bütünleştirici esasta düzenlemesine özen göstermesi gerekmektedir. Bu nedenle bölgede belirli gruplara yakın, bazılarına da uzak durması, kendisini de çatışmanın taraflarından biri durumuna getirmesi tehlikesini yaratabilir.
Türkiye’nin Orta Doğu’da yürüteceği politikanın, diğer bölgelerden faklı olarak güç esaslı olduğunu daima göz önünde bulundurmasının önemini bir kere daha vurgulamakta fayda görüyorum. Türkiye’nin, politika ve stratejilerini, ABD’ye dayamadan, ideoloji başta olmak üzere her türlü yan düşüncelerden uzak, tamamen ulusal çıkarlar ve tehdit algılaması esasına göre düzenlemesinin kaçınılmaz olduğunu yeniden hatırlatmak istiyorum.
Not: Türk dünyasının büyük siması Prof. Dr. Turan YAZGAN’a Allah’tan rahmet diliyorum. Başımız sağ olsun.