TÜRKÇÜLÜK: Bizi bize sorun
AKP Grup Toplantısında konuşan Erdoğan: "Andımız'ı tanımıyoruz, tanımayacağız. Sizin Türkçülük yapma hakkınız varsa benim Kürt vatandaşımın da Kürtçülük yapmak hakkı doğar.." diyor.
İşte ideoloji bu..
Yıllardır İmam-Hatiplerde verilen ideoloji eğitiminde verilen düşünceler bunlardı.
Bu cümleler yeni değil.
Eski..
Akıncı derneklerinde eğitim konferansları verenler, ülkücüler tasfiye edildikten sonra MillÎ Türk Talebe Birliği'nde İslamcı İdeoloji önderlerinin anlattığı şeyler bunlardı.
Şaşırmadım..
Hatırlayın Abdullah Gül dönemini..
Cumhurbaşkanı sıfatıyla görev yaptığı sırada bile "Ne Mutlu Türk'üm diyene" cümlelerinin dağlarda yazılmasının ayrılıkçılığa yol açacağını, başkalarının da "ne mutlu Kürt'üm" diyeceğini ileri sürmüştü..
İşte antitezlerin Cumhuriyet ve Atatürk'le sorunlarının sebebi tam da burada düğümleniyor...
"Türkleşme" politikalarında..
Hâlbuki Türkçülük, İmparatorluk kozmopolitizmine karşı, köklere dönmeyi ifade etmek için kendi kendisini TÜRKÇÜLÜK olarak adlandırılıyordu.
Diyarbakırlı Ziya Gökalp bunun için düşünceyi; Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak olarak kavramsallaştırmıştı.
Gaspıralı'ya göre dilde öze dönüştür bu. Aynı şekilde, işte birlik ve fikirde öze dönüştür...
Osmanlıca gibi uydurma bir lisan olamazdı. Saray Türkçesine dayalı şiir, saray salonlarının süslü havasını içeren edebiyat olamazdı. Özden kopuştu bu. Haliyle Türkler'in, kuruluş felsefesinden saptıklarının göstergesiydi.. Öz olan, Ertuğrul Gazi'nin obasında Hayme Ana'nın Türkçesiydi.. Aslolan buydu.
Edebiyat ve şiirin özü de Yunus Emre'nin, Karacaoğlan'ın, Türkçesi vardı..
Onlar bunu nasıl yorumluyor?
"Sen Türkçüysen başkaları da Kürtçü olur.."
Irka indirgiyor.
Halbuki insanlar arasında ırk; siyah, beyaz, sarı ve kırmızı olmak üzere dört türlüdür. Başka ırk yoktur. Ne Türk tek başına ırktır ve ne Alman ve ne de Çinlilik.
Ne yaptı Osmanlı İmparatorluğu? Beylikten devlete, devletten büyük imparatorluğa geçerken süreç içinde köklerine ve özüne yabancılaştı. Sonra bunu devlet politikası haline getirdi. İşte bu yabancılaşma ve yabancılaştırma politikalarına karşı, kuruluş, başlangıç ayarlarına dönme meselesidir Türkçülük.
Millî kodları özümseme, yeniden canlandırma ve yeniden ihya etme meselesidir.
Kelimenin kökünde Türk olduğu için ırk ile ilişkilendirenler bilmelidir ki saf ırk yoktur. Saf ırk olamaz da. Çünkü aile içi akraba evliliklerinden hatırlayın. Aynı genetik kodların evliliğinden arızalı çocuklar doğuyor. Saf ırk arızalı nesil demektir. Bunu kim ister?
Ama 19. yy, biyoloji ve antropoloji biliminin ilerleme ve gelişme gösterdiği yıllardır. İbn Nefis 13. yüzyılda Şam'da Nurettin Zengi Hastanesi'nde doktor olarak çalışırken Grek'li bilim adamı Galen'in küçük kan dolaşımı bilgisine itiraz ederek doğrusunu daha o zaman yeni keşfetmiştir. Biyolojinin insan bilgisine ulaşması epey zaman alacaktır.
Irk bilgisine daha epey zaman vardır. 19. ve 20. yüzyıllar insan biyolojik bilgisinin arttığı dolayısı ile de ırk tartışmalarının da arttığı yıllardır. Haliyle, dönemin bilim adamları ve entelektüelleri meseleye ilgi duydular diye hepsi ırkçıydılar genellemesi yapmak, çağdaş bilim ve gelişimini anlamamaktır.
Sonuç olarak Türkçülük bir antropolojik öze dönüş hareketidir.
Sosyal benlik ve farkındalık hareketidir.
Türk millî kültürünü öne çıkarma ve yeniden ihya etme faaliyetidir.
Başka?
Devlet kurucu toplum olarak kendi kendinin bilincine varma ve bunu ulus devletin bütününde hissettirme, yurttaşlığın, toplumsal katılımın ve toplumsal uyumun temeli sayma faaliyetidir.
Tabii anlarsanız..