Türkçenin düşmanları!

Her gün Sayın Erdoğan’ın yeni bir müjdesi ile uyanıyoruz! Aklına koymuş, cemaatin içinde Kürtler ekseriyet ise vaazlar Kürtçe verilecekmiş.
Bu, Doğu ve Güneydoğu’da Türkçe vaazın sonu anlamına gelir. Ve bu gidiş kısa bir süre sonra “Kürtlerin gittiği camiler” ve “Türklerin gittiği camiler” olarak ayrılmak şeklinde neticelenir. Kürt ve Türk’ü bir arada tutan İslâm, böylece Erdoğan eliyle camilerden başlayarak “birleştirme” değil “ayrıştırma” vesilesi haline geliverir. Bu da Türklerle, Türkleri kaynaştıran İslâm’dan nefret eden ve kendilerine sırf bu yüzden Yezidiliği din olarak seçen PKK’nın işine gelir. Nitekim bu kararı en çok alkışlayanlar da PKK ne derse yapılsın, Öcalan ne isterse verilsin diyenler.
Belki vatandaş Türkçe bilmiyorsa ne yapsın, cumaya mı, camiye mi gitmesin diyenler olacak, biliyorum. Kardeşim camiye gidip de Türkçe bilmeyen bu milletin içerisinde yüzde bir veya ikiyi geçmez. O da köylerdedir ve zaten o tür yerlerde mahalli diller vaaz ve hutbe dili olarak kullanılır. Biz işin “devlet eliyle genele teşmil edilmesi” tehlikesine dikkat çekmek istiyoruz.
Türkçeyi Türkiye’nin bir bölgesinde eğitim dili olmaktan çıkarmak, camilerden çıkarmak, mahkemelerden çıkarmak ve gitgide bütün resmî kurumlardan çıkarmak “vatanseverlik” olarak takdim edilir ve kabul görür hale geldi. “Üst kimlik” yok “paralel kimlikler” var. Çünkü “paralel devlet(ler)” hedefleniyor. Oysa “dil” yoksa “vatan” olmaz.
Kanal 7 televizyonunda bir gün Doç. Dr. Mustafa Karataş, bir dönem hiç müzik dinlemediğini, günün birinde yaşadığı bir olaydan sonra fikrinin tamamen değiştiğini bakınız nasıl dile getirmişti:
“1997’de Kırım’a gitmiştim. Çok güzel Türkçe konuşabiliyorlardı. Sovyet rejimi boyunca insanların nasıl var olmayı başardıklarını o zaman fark ettim. Dillerini ve kültürlerini Türkçe türküler sayesinde koruduklarını gördüm. Ben mevlit okutmaya da karşıydım. Orada gördüm ki, Tatar Türkleri, dinlerini mevlit sayesinde sürdürebilmişlerdi. İşte bu iki gözlem, benim müziğe ve mevlide olan bakışımı temelden değiştirdi.”
Aslında “müzik” ve “mevlit” değildi “yapıştırıcı” olan ve “din ve kültürlerinin kaybolmasını engelleyen” Kırımlıların... Türkçe idi...
Bunun böyle olduğunu PKK biliyor ve ısrarla “eğitim dili dâhil, her yerde Kürtçe” diyor başka bir şey demiyor.
Türkiye’de PKK için “Kürtçeyi” öneren Batı, aslında lisanın önemini çok iyi bilir ve gittiği her ülkenin dilini değiştirir. Amma kendi topraklarında dilinin tek harfine dokundurtmaz.
Çok iyi hatırlıyorum. Brüksel’de Avrupa zirvelerinden birine katılan zamanın Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, zirve sırasında Fransız iş adamı Ernest-Antoine Seiller’in İngilizce konuşmasına itiraz etmiş, iş adamı da, “İngilizce Avrupa’nın kabul ettiği lisan” demesi üzerine beraberindeki Maliye ve Dışişleri Bakanını yanına alarak toplantıyı terk etmişti.
Başbakanlığı döneminde Mesut Yılmaz, “Biz hâlâ bayrak mayrakla uğraşıyoruz” demişti. Şimdi bayrağın yanına başka bir bayrak getiriliyor. Asla ırkçılık olmayan Türk milliyetçiliği aşağılanıyor amma Kürt milliyetçiliğinin ayakaltına kırmızı halılar seriliyor. Askerin bir kusuru bine katlanarak ordu yıpratılıyor, Öcalan evliyalaştırılırken PKK için “Terör örgütü değildir” fetvaları üretiliyor.
Ve bunu yapan kişiye, “Devam et, bu işin sonu Nobel Barış ödülü” diye gaz veriliyor. Biz de Orhan Pamuk’a verilen Nobel Edebiyat Ödülü’nün veriliş sebebini hatırlıyor, “Eyvah” diyoruz.

Yazarın Diğer Yazıları