Tunus’un “İhvan”a hayır uyarısı!
Tunusluların; 1956 yılında Fransa’dan bağımsızlıklarını geri aldıklarından beri, ilk kez “demokratik” bir seçimle Cumhurbaşkanlarını seçmiş olmalarının yankıları sürüyor.
Sandık başına giden Tunusluların, “Müslüman Kardeşler” projesini demokratik yolla ret etmeleri, Orta Doğu’da birçok lidere “uyarı” niteliğini de taşıyor.
Böylelikle Tunus, sözde “Arap Baharı” nı başlatmakla kalmayıp, Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da demokrasi gelişiminin de önünü açmış bulunuyor.
Seçimin ikinci turunda es-Sibsi oyların yüzde 55.6’sını alırken “Arap Baharı” nın ardından geçici Cumhurbaşkanı olarak görev yapan Muhammed Munsif el-Merzuki’nin ise yüzde 44.3 oy alması dikkatlerden kaçmıyor.
Cumhurbaşkanlığını kazanan 88 yaşındaki Bacı Kaid es Sibsi seçim kampanyasının ana temasını “İslamcılar olmasın da ne olursa olsun” anlayışıyla yürüttüğü belleklerden çıkmıyor.
Es Sibsi’nin partisi Nida Tunus’un, 2011’de devrilen eski Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin de destekçilerinin çoğunun oyunu aldığı da biliniyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerini takip eden gazetecilerin çoğu, Tunuslunun dinden çok ekonomiden endişe ettiklerini gözlemlediklerini bildiriyor.
Bu arada, Tunus’ta bölgenin kritik döneminde alınan seçim neticeleri Arap basınında geniş yankı uyandırıyor.
Lübnan Daily Star, Tunus seçimlerini; bölgedeki her şeyin şiddet ve umutsuzluk yaratmadığının bir işareti olarak değerlendiriyor.
“Müslüman Kardeşler” in egemenliğine son verildiğini yazan al Vatan al Arabi, “İslamcılara karşı kaderini belirleyici ulusal bir savaşı kazandığını” belirtiyor.
Al Beyan, Tunus’u “demokratik zaferin canlı bir örneği” olarak sayıyor.
Cezayir gazetesi Al Fajr da, “Halk yeni önderlikten güvenlik ve sosyal adalet müjdesi bekliyor” şeklinde yorumluyor.
Al Arab, “Seçimler sadece Tunus halkının içinde bulunduğu sosyal, siyasi ve psikolojik durumu yansıtmakla kalmıyor, ayrıca önümüzdeki 5 yıllık döneme dair birçok noktayı da belirliyor” yorumunu gündeme getiriyor.
Ancak, bazı uzmanlar Tunus’un tam bir demokratik rejimden henüz uzak olduğunu savunuyor.
Tunus’la ilgili analizler de değişmekte, kimi Tunus’ta eski rejimin geri döndüğünü, kimi de Tunus halkının, derin toplumsal bir dönüşümden geçtiğini düşünüyor.
Bazı yorumculara göre; Tunus’ta “Yeni Ulusalcı Devlet” ile “Siyasal İslam” anlayışı arasındaki çekişmeyi açıkça gösteriyor.
En önemlisi, devrimden sonraki seçimlerin anahtar sözcüğü “İslam” iken, bugün yerini “Devlet” sözcüğüne bırakıyor.
Bu da toplumun “İhvanlaştırılmasının” önünü tamamen kapayacak bir siyasal duyarlılık anlamına geliyor.
Sözde, “Arap Baharı” nın “Yasemin Baharı” adı altında Tunus’ta başladığını ve yönetimi alt üst ettiğini hatırlattıktan sonra, Orta Doğu’yu kana boğan gelişmelere kısaca göz atmak icap ediyor.
Protestocuların Suriye, Yemen ve Libya sokaklarına akmasının kargaşaya ve iç savaşa kadar uzadığı hatırlanıyor.
Önceleri “Müslüman Kardeşlerin” otoritesine teslim olan Mısır’da şimdi ordunun desteklediği mevcut hükümet, eski Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’ten daha otoriter bir görünüm veriyor.
Orta Doğu’nun özellikle Körfez bölgelerinde, “Arap Baharı” nın hiçbir zaman başlamadığı kabul ediliyor.
Sadece Bahreyn yönetiminin; ülkenin demokrasiye henüz hazır olmadığı gerekçesiyle değişim taleplerine direndiği sanılıyor.
Tüm hassasiyetler göz önünde bulundurulduğunda, Tunus’un demokratik kazanımlarının ne kadar etkili olduğu görülüyor.
Ennahda’nın geçmişi, “Müslüman Kardeşler” in de daha geniş olarak nasıl algılanması gerektiği konusunda soru işaretleri doğuruyor.
Mısır, Suriye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn “Müslüman Kardeşleri”, ’terör örgütü’olarak nitelendiriyor.
Batı, Mısır’da da Devlet Başkanı Sisi’nin otoriter yönetimini neredeyse büyük bir rahatlama duygusuyla kabulleniyor.
Afganistan, Pakistan’ın Batısı ve şimdi de Irak ile Suriye’nin bazı bölgelerindeki cihatçı rejimler ve örgütler o kadar “vahşi” oldular ki bu ideolojiye yakınlık duyanlar bile kendilerini geri çekiyor.
Her türlü “İhvan” ilişkisinin ne kadar tehlikeli olduğu artık kendiliğinden ortaya çıkıyor.