TSK'nın yanında ikinci ordu kuruluş yolunda mı?
Bir ülkede bir tek ordu olur. O orduda milletin ordusudur. Bu ordunun görevi milleti ve milletin menfaatlerini savunmaktır. Ancak Nazizm, Humeynizm ve Saddamizm gibi rejimlerde rejimler var olan orduların yanına kendilerini millete ve milletin ordusuna karşı korumak amacı ile SS’ler, Devrim Muhafızları, Cumhuriyet Muhafızları gibi adlarla özel ikinci ordularını kurarlar. Çünkü bu anti-demokratik rejimler orduları kendi hizmetkarları/partizanları olarak görmedikleri için bu ordulara güvenmezler. Kurdukları özel orduların asıl amacı dış düşmanlara karşı değil, kendi ordularına karşı savaşacak bir ordu hazırlamaktır.
Gelecek on yıllara yayılan iktidarını kurma süreci içinde olan AKP, referandumda alınan sonuçlardan sonra Anayasa Mahkemesi ve yargı üzerinde kurduğu ağır denetim ile demokrasilerde olmaz ise olmaz olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesini ağır bir şekilde yaralayarak anti-demokratik rejimlerin ortak özelliği olan “kuvvetler birliği” nin oluşmasını da iktidarını güvence altına almak için yeterli görmemiş olacak ki, şimdi de bir “parti ordusu” kurma çalışmalarına başlamış görünmektedir. Bir süre önce çıkarılan yasa ile TSK dışında polis ve MİT’in de savaş silahı olan ağır silahları üstelik TSK’ya bilgi vermeden ithal izni verilmesi ve sınır güvenliğinin ilk polis güçlerine devredilmesi için Polis Akademisi’nde sınır güvenliği bölümü açılması bu projenin ilk adımları idi.
Polis teşkilatının rütbelilerinin yetiştirdiği polis Akademisi mezunlarının mezuniyet gününde Erdoğan’ın önünden geçerken AKP parti marşına dönen “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkı/marşını söyledikleri düşünülür ise partisiz/tarafsız olması gereken emniyet teşkilatının ne hale geldiği ve neden ağır silahlarla silahlandırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak polis teşkilatının AKP’lileşmesini yeterli görmeyen iktidarın şimdi ikinci bir silahlı kuvvetler kurma hazırlığını yoğunlaştırdığı görülmektedir.
AKP’nin hazırladığı ve görüş için Genelkurmay Başkanlığı’na gönderdiği, “Sınır Muhafaza Genel Müdürlüğü ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı” ile Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın tamamen kaldırılması hedefleniyor. Tasarı ile Komutanlığa ait personel, araç, gereç ve binalar da İçişleri Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan Sınır Muhafaza Genel Müdürlüğü’ne devredilecektir. Sahil Güvenlik Komutanlığı’ndaki subaylar sınır muhafaza müdürü, astsubaylar komiser ve uzman erbaşlar da memur olacaklar. İleri ki yıllar da Polis Akademisi bu Genel Müdürlüğe müdür yetiştirecek. İktidar sınır ötesi operasyonları da yönetecek müdürlüğe ağır silah alma ve telefon dinlemelerine de hakim kararı olmadan başlama yetkisi veriyor.
Yeni Ordu tabii ki bununla sınırlı değil. Tasarı ile Jandarma Genel Komutanlığı’nın ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na ait sınır karakolları ve hudut birliklerinin de yeni oluşturulacak Sınır Muhafaza Genel Müdürlüğü’ne en geç 2014’de devredilecek. Böylece sınırlar ağır silahlarla donanmış 70 bin kişilik bir birliğe devredilecek. Tasarı’ya göre Yunanistan Bulgaristan sınırı 2015, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan sınırı 2017, Suriye sınırı 2018’e kadar Sınır Muhafaza Genel Müdürlüğü’ne devredilecek. İran ve Irak sınırlarının ilgili devir tarihi daha sonra Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek.
Bir süre için TSK ve Jandarmadan alınacak personel ile bu yeni ordu idare edilecek ancak hemen yeni kadroların “iktidarla beraber yürüyen polisler yetiştiren” Polis Akademisi’nde eğitilmesine başlanacak. AKP hükümeti yeni ordunun kuruluş gerekçesinde hemen her zaman yaptığı gibi AB sürecine sığınıyor. Bu amaçla AKP Hükümeti, AB Müktesebatı, 9. Kalkınma Planı ve Ulusal Eylem Planı’nı gerekçe olarak gösteriyor. Bu adım çok tehlikeli bir adımdır. Bir ülkede iki ordu olmaz. İktidar tasarının gerekçesinde ordunun asli görevinin sınırları korumak olmadığını söylüyor. Eğer bir ordunun görevi sınırları korumak değil ise neyi koruyacak?
Bazı okurlarımızın aklına tabii ki AB ülkelerinde uygulanan sınır polisi uygulamasının Türkiye’de uygulanmasının ne sakıncaları olduğu sorusu gelebilir. Öncelikle, AB iç ve dış sınırları ile Türkiye’nin sınırları istikrarsızlık ve tehdit ekseninde karşılaştırılması mümkün olmayan sınırlardır. Ancak daha önemlisi AB üyesi ülkelerde hükümetler demokratik-hukuk devletini tasfiye edecek şekilde devleti tekrar düzenlemeyi, kuvvetler ayrılığını tasfiye ederek, yargıyı ele geçirmeyi ve kuvvetler birliğini tesis etmeyi hedeflemezler. AB ülkelerinde her muhalefet terör örgütü olmakla suçlanmaz, her yurttaş dinlendiği şüphesi içinde yaşamaz. Muhalefet partilerine komplo kurulmaz. Polisler mezuniyet törenlerinde iktidar partisinin şarkısını söylemezler. İktidar partileri kendi ordularını rakip ve hatta düşman olarak görmez. İktidar partilerini destekleyen basın ve yayın kuruluşlarının baş düşmanı kendi orduları değildir. Ve üstelik AB ülkelerinde sınır muhafızları iktidar yandaşı bir yapı olarak inşa edilmez.
Önümüzdeki seçimin neden Türkiye için kader seçimi olduğu bir kez daha anlaşılmaktadır. Kendi yargısını ve kendi ordusunu kurma hazırlığı içinde olan bir iktidara ve ne yapacağına güvenilmeyecek bir ana muhalefete karşı MHP çatısı altında örgütlenmiş Türk milliyetçilerinin Haziran 2011 seçimlerinde vereceği mücadele 12 Eylül 1980 öncesinde verilen mücadele kadar önemli ve büyük bir mücadeledir. Bu mücadele, demokrasi ve milli birlik mücadelesidir.