Tören ordusu!..
12 Eylül referandumuna (halk oylamasına) 47 gün kaldı.
Bir anayasa değişikliği paketi hazırlayan ve bunu halka onaylatmak isteyen iktidar ile muhalefet partileri arasında yarışma sürüyor.
Bu arada, 29’u general olmak üzere 77 civarında muvazzaf (görevdeki) subay hakkında “yakalama” emri çıkıyor.
Hatay ve İnegöl’de halk birbirine giriyor, iç savaşı çağrıştıran görüntüler yaşanıyor, askerlerin yanı sıra polislerimiz de şehit ediliyor.
Bu aşırı yaz sıcaklarında insanlarımızın içi kararıyor, umutsuzluk artıyor ve neredeyse düşmanlarımıza yalvarır duruma geliyoruz:
“Lütfen ülkemize saldırmayın, çünkü bu aralar birbirimizi yemekle meşgulüz, size karşı savaşacak ordumuz ve milli irademiz dağılmış durumda!..”
Ne generalini, ne de askerini...
Gerçekten uluslararası destekli terör örgütü PKK’ya karşı mücadele eden ordumuzun başına örülen çoraplar ve -nedense- bu çorabı kafasından bir türlü çıkaramayan Türk Silahlı Kuvvetleri’miz var.
PKK ile geçmişte ve bugün mücadele eden (Öcalan’ın getiriliş ve sorgulanma süreçleri dahil) komutanlarımızın önemli bir bölümü ya tutuklanmış durumda ya da “kaçak” diye aranıyor!..
Yanlış anlaşılmasın, PKK’ya esir düşmediler. Ya da PKK’dan kaçmadılar.
Çeşitli isimlerle anılan iddianamelere göre, “7 yıl önce darbe yapacaklardı” gerekçesiyle başlarına bunlar geliyor.
Genelkurmay Başkanlığı ise (başında, yaklaşık bir ay sonra emekli olacak Org. İlker Başbuğ var), paralize olmuş durumda. Ne generalini koruyabiliyor, ne de askerini!.. Onların da kendine göre gerekçeleri var!..
Bu durumdaki orduda terfi ve atama heyecanı yaşanabilir mi acaba?
Bu durumdaki ordu, dağlarda ve kentlerde cirit atan teröristlerle hangi moral ve hangi emir altında mücadele edebilir acaba?
Kritik noktalardaki komutanları hakkında tutuklama kararı çıkan böyle bir ordu, düşman saldırısı olsa, nereyi nasıl savunabilir acaba?
Yani, sonuç olarak Türkiye; tam anlamıyla saldırıya açık ve korumasız bir ülke konumuna gelmiştir.
Hangi güçlü ordu, hangi
güçlü Türkiye?
Atatürk’ün dağlara taşlara yazılı “Ne mutlu Türk’üm diyene” sözlerini, baskılar üzerine “Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye” sloganına çeviren (sonra onu da değiştiren) Genelkurmay Başkanlığı’nın bu sloganı tartışılır duruma geldi.
Hangi güçlü ordu, hangi güçlü Türkiye?..
Uzun bir süreç sonucunda, şanlı Türk Ordusu, zanlı Türk Ordusu durumuna düşürüldü; neredeyse bir “tören ordusu” na dönüşme tehlikesi ile karşı karşıya!..
Orta Doğu ve Arap ülkelerindeki göstermelik “teneke orduların” durumunu unutmayalım. Ülkesine saldırı olduğu zaman, bir kurşun atmadan teslim olan Irak’ın Ordusu’nun nereye gittiğini, uçak ve ağır silahlarının ne olduğunu tüm dünya merak etmişti.
Biz Türkler de..
Muhalefet yanlış izi takip ediyor
12 Eylül referandumu ile başlamıştık, onunla tamamlayalım.
Bu referandumun kendisi için bir “güven oylaması” olduğunu bilen AKP iktidarı, ne pahasına olursa olsun “evet” dedirtmek istiyor.
Ve, tartışmayı “12 Eylül darbesinden kurtulmak” noktasına kilitliyor. Muhalefet de bu izi takip ediyor.
Oysa, konu o değil.
Beyaz TV’deki Düşünce Fırtınası programında söyledim, bu akşam da söyleyeceğim (saat 22), konu 12 Eylül darbesiyle ilgili değil, yargıyı yeniden düzenlemek.
Muhalefet partilerinin sözcüleri, bu noktayı halka anlatmak yerine, bir ileri bir geri, darbe tartışmasına girip, oradan haklı çıkmak istiyor.
Halka konunun bu olmadığı anlatılmalı.
Tıpkı 1 Mart Tezkeresinde olduğu gibi, “cambaza bak” yapılıyor. O zaman da tartışma başka eksene kaydırılmış, Türkiye’ye 62 bin 500 ABD askerinin geleceği gerçeği halka anlatılmamıştı.
Sallasalar sahte cambaz ipten düşecek ama, nedense muhalefet de cambazla oynamayı yeğliyor.