Toplumu uyutmak
Rutin programlar, sıkıcı TV sohbetleri, zorla yapıldığı her halinden belli olan törenler ve gri resepsiyonlar…
Bir 29 Ekim'i daha geride bıraktık.
Çok değil 90 sene önce toprakları talan edilmiş, coğrafyası elinden alınmış, gayri milli idarecileri, direnmeden orduyu tasfiye etmişler… Her çeyrek yüzyılda artçı şoklar gelmiş, Amerikancı darbeler olmuş, terör örgütleri türemiş, yanı başındaki coğrafyalar darma duman edilmiş… Son olarak 15 Temmuz'da ABD desteğini arkasına alan cemaatçiler, devleti ele geçirmeye çalışmış.
İşte böylesi bir devlette, böylesi bir coğrafyada; milli günlerin, bayramların önemi çok daha büyük olmalı. Çabuk unutan toplum hafızası canlı tutulmalı, genç nesiller bilinçlendirilmeli, mevcut idarecilere geçmiş hatırlatılmalıdır.
Ancak Türkiye'de bunu söylemek mümkün değil.
Çocuklarımıza, gençlerimize milli tarihi öğretemedik. Müfredatlar, törenler, eğitimciler hep yetersiz kaldı. Sonrasında milliyetçiliği, vatanseverliği "anlamsız" gibi gösterenler, milli bayramların içini "bir anlamı yok" diyerek boşalttılar.
***
Bilgi çağında, iletişim teknolojilerinin bu denli ilerlediği ve bu alanda çalışan uzmanların, kadroların işsiz kaldığı bir Türkiye'deyiz. Oysa, devletin imkanlarından, bakanlık bütçelerinden, gerekirse örtülü ödenekten sağlanan bütçelerle çok önemli çalışmalar, filmler, belgeseller hazırlanabilir. Hiç kimse yapmasa bu projeyi siyasi partiler hayata geçirebilir.
Gün boyu birbirini tekrarlayan siyasi tartışmaların milleti ikiye, üçe, dörde ayıran, etnik kimliklerine göre sınıflandıran konuşmaların, Türkiye'yi nerelere sürüklediğini gördük.
Yaşanılanlardan ders çıkarıp, bu gibi yanlışları terk etmek yerine hala hatada ısrarcı olunuyor. Daha doğrusu onlara göre bu "hata" olarak tanımlanmıyor. Kutuplaştırma ve ayrıştırma üzerinden "fanatizm" oluşturularak siyasi gelecek garanti altına alınacağı sanılıyor.
Ancak memleket elden gidiyor!
Yakın tarihimiz, cumhuriyet tarihimiz, milli mücadele bilinçli bir şekilde unutturuluyor. Reza Zarrab için günler öncesinden başlayan reklamlarla belgeseller çekip defalarca yayınlayanlar, milli mücadelenin tek kahramanını hatırlamaktan sakınıyorlar.
***
Geçtiğimiz günlerde Vatanım Sensin isimli bir dizi başladı. Selanik'in elden çıkışı ve İzmir'in tek kurşun atılmadan Yunan'a teslim edilmesiyle ilk bölüme çarpıcı bir giriş yapıldı. Belki de gereksiz diziler çöplüğü sıralamasında dünyanın en önde gelen ülkelerinden biri haline gelen Türkiye'de cesaretli bir iş. Orada gazeteci Hasan Tahsin'in İzmir'i işgali sırasındaki davranışı, çabası, teşkilatlanması ve Yunan'a ilk kurşunu sıkıp, şehit edilmesi de sahnelendi. Üzerine filmler, belgeseller çekilecek, kitaplar yazılacak böylesine önemli bir olay 3 dakikada geçti. Yine de Türk televizyonlarında belki de ilk kez yayınlandığı için son derece önemliydi.
Gençlerimizin birçoğu Hasan Tahsin'in varlığını ilk kez diziden öğrendiler. Hatta birçokları Yunan'ın İzmir'i işgal ettiğinden bile habersizdiler. Tıpkı düşmanı Yunan bayraklarıyla karşılayanlardan habersiz oldukları gibi…
Türkiye gibi bir ülkede böyle önemli yapımların, belgesellerin ve görsel çalışmaların artırılması gerekiyor. Ancak ne yazık ki reyting adı altında bir toplumun nasıl uyutulduğuna şahit oluyoruz.
Türk televizyonculuğu ahlaki yönden en dip dönemlerinden birini yaşıyor. Gündüz kuşağı olarak adlandırılan ilköğretim çağı ve annelerin izlediği zaman dilimindeki programlardan bazıları; "Evleneceksen gel, Gelinim Sensin, Kısmetse olur, Zuhal Topal'la, Esra Erol'da…"
Yerlerde yuvarlananlar, saçma sapan konuşanlar, avamlık… Garabet hali, gayri ahlakilik…Hepsini saatlerce yayınlanıyor. Sonrasında da bitmek bilmeyen diziler başlıyor…
Bakalım, 29 Ekim ve diğer milli günler için; bir belgeseli, filmi çok görenler, 3 dakika da olsa Hasan Tahsin'e yer veren yapımlara ne kadar tahammül edecekler?
"İzmir'i tek kurşun atmadan teslim edin" diyen İstanbul yönetiminin sözleri, daha ne kadar sansürün kıskacından kaçabilecek?