Teröre, teröristin gözüyle bakmak
Bölücü teröre nasıl bakacağız? Devletin, daha doğrusu siyasi iktidarın gözüyle mi, yoksa terör örgütünün gözüyle mi? Bu nasıl soru demeyin, çünkü meselenin bam teli bu yalın soruda gizli.
PKK ülkemizi bölmek ve ayrı bir devlet kurmak üzere 1984 yılında saldırıya geçti. Zaman içinde buna gücünün yetmeyeceğini görünce, stratejisini değiştirdi.
Yeni stratejiye göre;
1. Terör yine devam edecek,
2. Etnik temelde siyasallaşmaya, kadrolaşmaya ve uluslararısılaşmaya çalışılacak,
3. AB ve terör baskısı yoluyla; yerel yönetimlerin yetkisinin artırılması, yerel dillerden yayın, eğitim, öğretim ve af gibi tavizler koparılarak, etnik kimlik bilinci güçlendirilecek,
4. Üniter yapı içinde iki dilli-iki kimlikli bir ortak rejime geçilerek, egemenlik ve ekonomiden pay alınacak, meşrulaşma ve güçlenme sağlanacak,
5. Günü geldiğinde de, ayrılıp Barzani devletiyle birleşilecek.
Bu stratejiye göre örgütün gözünde bölmek, “sebep”, terör “sonuç”tur. Demek ki, “Sebep-Sonuç” ilişkisi böyle. “Sonuç” denilen terörün durması, “sebep” denilen, önce ortaklık yoluyla devletin, sonra da vatanın ve milletin bölünmesine bağlıdır.
PKK, bin yıllık kardeşliği, bir olan milleti ve egemenliği bölmeyi bir hak olarak görüyor. Bu amaçla; benzerine dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde rastlanmayan, tarihimizde emsali bulunmayan, bilimin tehlikeli, dinimizin de haram saydığı etnik/ırk davası uğruna kardeşlerine vahşet uyguluyor.
Bilinen bu açık gerçek karşısında, siyasi iktidar ne yapmalıdır? Hiç şüphe yok ki, öncelikle vatandaşının can ve mal güvenliğini, ülkesinin huzurunu ve bütünlüğünü koruyacak ve kanun hakimiyetini sağlayacak acil tedbirleri alacaktır. Bunun için de, her devletin yaptığı gibi, meşru tüm imkanları kullanarak terörü etkisiz hale getirecektir. Bu görev devlet olmanın, diğer ifadesiyle hükümranlık ve meşru savunma hakkının gereğidir.
Peki bu kutsal görev, bizde böyle mi yapılıyor? Bunun cevabı, maalesef hayırdır. Nitekim Başbakan ve İçişleri Bakanı, “Biz bütün dünyaya da örnek olacak Türkiye modelini ortaya koyacağız” demek suretiyle, dünyanın bildiğinin dışında bir yola girildiğini açıklıyor.
İşte “Kürt açılımı” denilen de budur. Başbakan’ın “Kürt açılımı”nı hızlandırıyoruz. Bu maksatla İçişleri Bakanımı görevlendirdim. Esasen biz bu süreci 2002’den itibaren başlatmıştık “ söylemi, bu açıdan çok önemlidir.
“Türkiye modeli”ni daha da açık olarak görmek için;
-2002’de başlayan düzenlemelerle, hızlandırılmış, Başbakan’ın anayasa değişikliklerini de içereceğini söylediği “Kürt açılımı” paketlerinde yer alan hususların bir listesi yapılmalı.
-AB-Öcalan-PKK isteklerinin bir listesi daha yapılmalı.
-Sonra bu iki liste madde madde karşılaştırılmalı.
Eğer karşımıza tam bir uyum çıkıyorsa, mesele aydınlanıyor, teröre teröristin gözüyle bakılıyor demektir.
Dersim tertibi
TBMM’de “Kürt açılımı”nın görüşülmesi sırasında, konuşan Onur Öymen, iktidarın “Analar ağlamasın” söyleminin arkasına sığınarak terör örgütünün isteklerini bir bir yerine getirdiğinden bahsederek, buna terörle mücadele denemez, bu teröre teslim olmaktır diyor.
Öymen’in, yakın tarihimizden bazı savaşlar ve iç isyanlardan örnekler verirken de, Dersim’in adını söylemesi, her olayda maalesef çok şehitler verdik, analar ağladı, ama devlet düşmanlarıyla ve isyancılarla mücadele etti demesi, ortalığı karıştırdı. Sanki bir yerlerden düğmeye basılmış gibi.
” Kürt açılımı “ndan sonra ” Alevi açılımı “nın gündeme gelmesi, DTP’lilerin davetiyle Tunceli’ye giden Cumhurbaşkanı Gül’ün, Tunceli’nin adının Dersim yapılması için referanduma gidilebileceğini söylemesi, Avrupa Parlamentosunda ” Dersim soykırım “ konferanslarının düzenlenmesi, AB’nin ” Dersim soykırımı “ndan bahsetmesi, yeni bir ayrımcılık kapanının kurulduğuna işaret ediyor.