Terör özerklik yolunda, iktidar nerede?
Pazar günkü yazıda Türk asıllı, Norveç vatandaşı akademisyen M. Sefa Yürükel’in inceleme imkanı bulduğu “2011 Türkiye’de İç Savaş” başlıklı bir rapordan bahsetmiştik.
Bu konuda Tempo Dergisi 13.09.2005 günlü sayısında şu bilgiyi veriyor. “Terörizm uzmanı Sefa Yürükel, 2003’te Norveç Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nde 35 sayfalık gizli bir raporu okuduğunu söylüyor. Rapora göre Türkiye’de bir iç savaş tezgahlanıyor. Sanki bugünleri anlatan rapor, tam anlamıyla bir gizli servisin elinden çıkmış gibi.”
Bu bilgi çok önemlidir çünkü, geçen Cumartesi ve Pazar günkü yazılarımızda da izaha çalıştığımız gibi, bölücü terörün bugünkü tablosuyla örtüşmektedir. Meselenin en hazin yönü ise, her gün kan döken bölücü terör ihanetine karşı, uluslararası hukuk ve meşru gücümüzle mücadelede acze düşülmüş olunmasıdır.
Bunun en tipik ve son örneğini Başbakan ve CHP Genel Başkanı’nın gittiği, Şemdinli sınırımızın sıfır noktasında siperin arkasına gizlenilmesinde gördük. Daha da utanç verici olan ise, kim çöktü, kim çökmedi gibi babayiğitlik gösterileriyle gündemin işgal edilmesidir. Kimse sormuyor, bizi çökmeye zorlayan nedir diye? Cevabı belli de, bunun anlamı nedir, o düşünülmüyor.
Başbakan, yani devletin icra gücünün başı sipere gizleniyor, çünkü sınırın hemen ötesinde teröristler cirit atıyor, bir kurşunluk mesafedeler. Ateş ederlerse vurabilirler. Bunu görüp kendinizi koruyorsunuz, tamam da, bu kanlı teröristler nasıl oluyor da bu kadar yakında, dokunulamazlık zırhıyla rahatça dolaşabiliyorlar? İktidar elindeki yetkiyi ve gücü kullanarak bu hainleri yok etmeyi, milleti ve vatanı korumayı niçin düşünmüyor? Dünyanın hangi devleti, hangi hukuku, hangi demokrasisi, hangi özgürlüğü buna razı olabilir ve dayanabilir?
Evet terör niçin azıyor, akan kan ve şehitler niçin artıyor işte sır burada.
Bu siyaset yurt içinde de böyle yürütülüyor. Önce demokrasi ve özgürlük masalıyla ortam serbestleştirilerek teröre uygun zemin yeşertildi. Sonra güvenlik güçlerinin yetkileri kısılarak, mücadelenin hukuksal alt yapısı çökertildi. Arkasından “Açılım” adıyla 2002’de başlatılan süreç 2009 başında hızlandırıldı. Örgütün de gerekçesi olan, milletin etnik parçalara ayrıştırılması ve siyasi kimlik kazandırılarak devletin hukukuna sokulması yoluna gidildi.
Böylece bölücülüğün gerekçesinin normalleştirilmesi ve meşrulaştırılması sonucunda, terörle mücadele, hedefinden saptı ve çıkmaza girdi. Başbakanın son “Ulusa sesleniş” konuşmasında bu temel çelişkinin yaman örneklerini gördük.
Bu seslenişte Başbakan şöyle diyor; “Terörü bir yöntem olarak kullananlar, çatışma kültürünün, şiddetin, öfkenin kendi ekmeklerine yağ süreceğini gayet iyi biliyorlar. Çünkü terör ancak bu gerilim ikliminde kendine zemin bulabiliyor, taraftar bulabiliyor. Biz terörle mücadelenin ilk şartının bu oyuna gelmemek olduğunu biliyoruz.”
Çok önemli ifadeler. Üzerinde biraz duralım.
Basitleştirirsek; PKK’nın “ekmeğine yağ süren tutumlar nelermiş” görelim:
“Çatışma kültüründen.” Herhalde bu kültürü teröre silahla karşı koyanlar oluşturuyor,
- “Şiddetten.” Herhalde terör saldırılarına silahla cevap veren meşru devlet güçlerinin işi,
- “Öfkeden.” Herhalde, vatanın bütünlüğünü, milletin birliğini ve devletin bağımsızlığını yıkmak için insanlarımızın katledilmesine tepki gösterenlerin eseri, olmalı.
Buradan, terörle mücadelede güç kullanmayalım anlamı çıkmıyor mu?
İkinci cümledeki, terörün bu iklimde kendine zemin ve taraftar bulması ifadesine gelince.
Terör, insanları öldürerek, toplumu yıldırmak ve sindirmek, devleti kendini savunamaz hale getirmek suretiyle hedefine ulaşma metodu değil mi? Peki teröre teslim olmamak için ne yapmalı? Cevabı açık; terör belası, başta güvenlik güçleri olmak üzere devletin bütün meşru organlarıyla mücadele ederek önlenir.
Bu temel kural, Türkiye hariç bütün dünyada böyle işler. Aman gerilim iklimi doğacak gibi, (ne demekse) safsatalarla kimse zihnini meşgul etmez. Etkili ve acil tedbirlerle terörü ezer.
Zaaf gösterir, terörün anladığı dilden tedbir almazsanız, terörün bataklığına düşersiniz. Daha vahimi ise, bataklığa düşmeyi kurtuluş zannedip, “terörle mücadelenin ilk şartı sayarsanız” vay halinize.