Terör örgütüyle müzakere
Geçen hafta Oslo’da yapıldığı iddia edilen ve internete verilen, hükümet ve devlet temsilcileriyle PKK arasında cereyan ettiği ifade edilen görüşmelere ilişkin taraflardan herhangi bir itiraz gelmemiştir. İtiraz olmamasının yanında yetkililerin görüşmeler hakkında görüş belirtmeleri, olayın doğruluğunu göstermektedir.
Görüşmelere, başbakanlık müsteşar yardımcısının başbakanı temsilen katılması hükümetin, MİT müsteşar yardımcısının katılması da devletin müştereken müzakerelerde bulunduğuna işaret etmektedir. Ayrıca devleti yönetenin de hükümet olduğu, bu iki kavramın da birbirinin içine girdiği, pratikte fark etmediği ve bu konuda yapılan açıklamaların olayı hafifletmeye yönelik girişimler olduğu düşünülmektedir.
Ortaya çıkan ve beşincisi olduğu ifade edilen görüşmelerin, bir süredir yapılmakta olduğu ve devamının da düşünüldüğü anlaşılmaktadır. Olay üç ayrı boyutta değerlendirilebilir. Birincisi kaydın basına sızdırılması, ikincisi görüşmelerin doğruluğu ve içeriği, üçüncüsü de hukuki boyutudur.
Bu sızdırmanın, devleti muhatap alarak güçlü olduğunu göstermek maksadıyla PKK tarafından veya kamuoyu üzerinde psikolojik bir etki yaratarak açılım sürecini devam ettirtmek isteyenler tarafından ilgililer vasıtasıyla yapılmış olması mümkündür. Yaşanan süreçte her ikisine de ilişkin belirtiler görülmektedir. Ancak hangisi olursa olsun ortada bir gerçek vardır.
Olayın ortaya çıkmasını müteakip yönetimin, yandaş basının ve yazarların tavrı ilgi çekicidir. Görüşmelerin bir istihbarat olayı olduğu, hükümetin değil, devletin yaptığı, bunun MİT tarafından yapılmasının doğal karşılanması gerektiği, terörün önlenmesi için her çareye başvurulabileceği açıklamaları yapılmıştır. Bu yönteme diğer ülkeler tarafından da başvurulduğu, görüşenlerin de yönetimin talimatıyla hareket ettikleri, yönetimin tüm kademelerince söz birliği içinde ifade edilmiş ve olaya sahip çıkılmıştır.
Yandaş basın ve yazarlar da bu açıklamaları ve düşünceleri desteklemişler, bu müzakereleri kamuoyunun kabullenebilmesi için psikolojik etki yaratacak bir tutum izlemişler ve özellikle kamuoyundan fazla tepki gelmediği, bunun anlamının da görüşmelerin kamuoyu tarafından kabullenildiği ve hatta tasvip edildiği izlenimini yaratmaya çalışmışlardır.
Esasen bu görüşmelerin hata olduğu düşünülmekte, bundan devletin PKK terör örgütünü muhatap kabul ettiği anlamı çıkmaktadır. Bir taraftan İmralı ile diğer taraftan Oslo’da örgüt temsilcileri ile görüşülmesinin ve bunun terörün arttığı bir ortamda yapılmasının, teröristin kendini güçlü hissetmesine yol açacağı, terörle sonuç alındığı düşüncesini güçlendireceği ve isteklerinin kabul edilmesi için terörü daha da tırmandırmaya cesaretlendireceği değerlendirilmektedir.
Önceki yönetimlerin de İmralı ile görüşme yaptıklarının söylenmesi, bu teşebbüslerin de doğru olabileceği anlamını taşımaz. 1999-2001 arasında bölücü başı yargılanmış, idama mahkûm edilmiş, dosyası meclise gönderilmiştir. İdam cezasının kaldırılmasına kadar olan dönemde bölücü başının can endişesi vardır. Bu nedenle istihbarat elde edilmesi mümkündür. Ancak ondan sonraki görüşmelerin, tavize yönelik olacağının dikkate alınmasında yarar görülmektedir.
Doğru bir görüşmenin, PKK terör örgütünün askeri alanda mağlup edilerek etkisiz hale getirilecek durumda olması ve son darbeyi indirmeden önce, elde edilemeyen finans, uyuşturucu, insan kaynağı, bağlantılar gibi konularda bilgi elde etmek veya örgütün imha edilmeden önce “ne istenirse yapabileceklerini” ifade ederek görüşme isteğinde bulunması durumunda gerçekleştirilmesi düşünülebilir.
Diğer taraftan görüşmeler esnasında teröriste ve örgüte saygı duyulacak tarzda kullanılan üslubun ve sözlerin, mahiyeti itibariyle rahatsız edici olduğu ve bu konuda birçok kişinin yargılandığı da bilinmektedir. Ayrıca yönetimin, yandaş basın ve yazarların, yanlış olduğu düşünülen ve olumsuz sonuçlara neden olan bu yaklaşımı gölgelemek için gündem değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunduğu ve buna devam edebilecekleri kanaati de bulunmaktadır.
Artan terör olaylarının, bölücülerin toplumda panik, korku ve endişe yaratarak, anayasa çalışmaları da dahil olmak üzere isteklerini kabul ettirmeye yönelik davranışlar olduğu, açılım ve müzakerelerin de bu süreci olumsuz yönde etkilediği ve mücadeleye zarar verdiği, bu nedenle PKK’nın askeri alanda kesinlikle etkisiz hale getirilmesinin öncelik taşıdığı değerlendirilmektedir.