Terör müşterisi olan maldır!
Ekonomide Jean Baptiste Say tarafından ileri sürülen, "Her arz kendi talebini yaratır" şeklinde formüle edilen bir yasa vardır. Bu yasa piyasaya çıkan her malın, kendi üretim değerine eşit bir talebi de yaratması olarak açıklanır.
Yeni Zelanda'da camileri hedef alan saldırıyı Say'ın yasası bağlamında düşünmek gerekir.
Saldırı terör piyasasındaki arz ve talep durumuyla birlikte ele alınmalıdır.
50 Müslümanın cami içinde ölümüne neden olan bu kanlı terörist saldırı bir veya bir kaç marjinal ya da sapkının işi değildir.
Bu tür saldırıları bir kaç marjinal radikalin, sapkının ya da manyağın işi olarak görmek son derece yanlıştır.
Bu saldırılar bir takım sapkın zihniyetlerin talebidir.
Terörü yapanlar bu talebe cevap vermiş olurlar.
Özellikle Müslümanlara karşı bu tür terörün olmasını isteyen, talep eden, destekleyen, teşvik eden, yönlendiren, moral veren, motive eden, katillerin önünü açan siyasi partiler ve yetkilileri vardır.
Terör onların üstü açık ya da kapalı yaptıkları çağrıların sonucu olmaktadır.
Bunlar bu terörist saldırıları kınıyor gibi yapıp 'hak ettiler, az bile yapıldı' anlamına gelen açık bir tavır sergiliyorlar.
Bunun böyle olduğunu bu terörist saldırının arkasından yapılan açıklamalarda görmek mümkündür.
İtalyan milletvekili ya da Yeni Zelanda'lı senatör!
Norveç'teki Utoya adasında Bireivik adlı terörist 93 kişiyi öldürdüğünde İtalyan milletvekili Mario Borghezio, katliamı kınarken, teröristin İslam'a karşı duruşunu desteklediğini belirtmişti.
İtalyan milletvekili, katil teröristin bazı fikirlerinin "yerinde", bazılarının ise "harika" olduğunu söylerken, "İslamiyet'e karşı duruşunu ve Avrupa'nın İslamileşmesine direnmeden pes etmesine yönelik eleştirilerini" paylaştığını belirtmişti.
Bu defa Yeni Zelanda'da Brenton Tarrant isimli terörist tarafından Müslümanlara karşı gerçekleştirilen terörist saldırı sonucunda 50 kişinin hayatını kaybetmesiyle ilgili olarak bir açıklama yayımlayan Yeni Zelanda Senatörü Fraser Anning, "Bugünkü örnekte Müslümanların katil pozisyonunda bulunmaması, kendilerini suçsuz yapmaz" diyor.
Açıklamasının devamında ise "İslâm, faşizmle denk bir dindir... Bu örnekte Müslümanların katil pozisyonunda bulunmaması, kendilerini suçsuz yapmaz" ifadelerini kullandı.
"Açık olalım" diye başlayıp, İslam'a nefret kusarak "Genelde katil olmalarına rağmen bugünün kurbanları Müslümanlardır. İslâm inancı başlı başına altıncı yüzyıldaki despot bir dini liderin şiddet ideolojisinden ibarettir." cümlesiyle sürdürdü.
Bu kitle katliamını "Avustralya ve Yeni Zelanda'da artan Müslüman varlığıyla" açıklayarak aşağılık ifadelerini desteklemek için İncil'den de şu alıntıyı yapar: "Silah kuşananlar, silahla öldürülmelidir. Şiddet dinine mensup olan ve bizi öldüreceğini söyleyenler, birisi çıkıp da kendilerini kendi sözleriyle vurunca şaşırmamalıdır."
Norveç'teki katliamı İtalyan milletvekili "Avrupa'nın İslamileşmesi"yle, Yeni Zelanda'daki saldırıyı da Yeni Zelandalı Senatör "Yeni Zelenda'da artan Müslüman varlığıyla" açıklıyor.
Açıkcası bu saldırıları bu iki önemli (!) zat da doğal olarak görüyor ve Müslümanların bunu hak ettiğini, katledilmelerinin onların suçsuz olduğu anlamına gelmediğini söylüyor.
Önce Avrupa Parlamentosu kabul ettiği kararda "Ayasofya, cami yapılmamalı" şeklinde bir beklenti ortaya koyuyor. Ardından Brenton Tarrant adlı terörist Yeni Zelanda'da camilere saldırarak 50 masum Müslümanı kurşuna diziyor ve şunu; 'Konstantinopolis'i alacaklarını, tüm camilerin ve bu arada Ayasofya'nın minarelerinin de yıkılacağını' söylüyor.
Katil teröristin silahının üzerine "Türk Yiyici", (Deus Vult) Haçlı seferlerinin mottosu olan "Tanrı bunu istedi" yazmasının herhalde bir anlamının ve mesajının olması gerekir!
Canileri "Türk" düşmanlığı başta olmak üzere, tarihî travmalar, İslam aleyhtarlığı, ırkçılık ve intikam ideolojisi yönetiyor.
Yeni Zelanda'daki caninin yaptığının aynısını Kandil'dekiler yapıyor. İçeride ve dışarıda Türk düşmanlığının yeteri kadar müşterisinin olduğu açıktır.