Tek yürek!
Futbol, Türkiye'de büyük bir tutku. Çok şey değişti ama bu gerçek hiç değişmedi. Çünkü duygusal bir toplumuz; anlık olarak sinirleniyor, anlık olarak mutlu oluyoruz. Futbol, tam da bu ihtiyacımızı karşılıyor.
Bakkal ve marketlerin gazete reyonlarına bakın; spor gazeteleri hep en önde, en yukarıdadır...
Ciddi bir ekonomisi de var; oyunculara ödenen paralar, bonservis bedelleri, satışlar, alışlar, tribünler, yapılan statlar, ürün satışları...
Ama bir türlü uluslararası başarıyı sağlayamıyoruz. Takımları geçtik, ulusal anlamda tam bir çöküş yaşıyoruz.
***
Tam 16 yıldır...
2002'den beri yokuz...
Bu süreçte kimler katılmadı ki; Panama, Sırbistan, Nijerya, Tunus, Peru, Bosna Hersek, Kosta Rika, Honduras, Gana, Slovakya, Fildişi Sahili, Kuzey Kore, Cezayir, Ekvador, Çek Cumhuriyeti, Togo, Trinidad ve Tobago, Angola, İran...
Dünya Kupası'ndan bahsediyorum... 4 yılda bir yapılan, ülke futbolunun başarısını ortaya koyan bir numaralı futbol organizasyonu...
Fiilen ikinci kez katıldığımız 2002 Dünya Kupası'nı hatırlayın... Müthiş maçlar çıkardık ve dünya üçüncüsü olduk.
Türkiye tek yürek olmuş, kol kola girmiş başarısını kutluyordu.
Şimdi ise başka takımların yanında olmaya çalışarak turnuvayı takip ediyoruz.
Japonya...
Belçika'dan yediği son saniye golüyle turnuvaya veda ederken Türkiye'deki futbolseverler üzüldü. Çünkü turnuvada kendimizi en yakın hissettiğimiz takımlardan biriydi. Kültürleri, devlet gelenekleri, ahlaki değerleri hep ilgimizi çekti.
Futbola çok fazla önem vermiyorlar, daha doğrusu tutku haline getirmiyorlar. Buna rağmen öyle sistemli ve organize hareket ediyorlar ki... Küçük yatırımlarla büyük sonuçlar elde ediyorlar. Japonya ulusal anlamda katıldığı hiçbir organizasyonda ezilmedi, kenara itilmedi, oynadıkları futbolla hep ders verdiler.
22 maçtır yenilmeyen Belçika'ya ecel terleri döktürdüler. Ama olmadı...
90 dakika tamamlandığında Japon taraftarların gözleri yaşlıydı... Dramatik bir vedaydı.
Son saniyede gelen gole rağmen, maç esnasında yere düşen çöpleri toplamaya başladılar. Üşenmediler, yerde ne varsa tek tek çöp poşetlerine doldurdular.
Sonra bir baktılar ki rakip Belçika'nın tribünleri feci durumda. "Madem bir işe başladık, yarım bırakmayalım" diyerek orayı da temizlediler.
Japon millî takımı ise alkışlar arasında soyunma odasına gidiyordu. Birbirine giren, küfreden, alacakları primi tartışan sözde oyuncular yoktu aralarında. Hepsi birbirini teselli etti. Duşlarını aldılar, eşyalarını topladılar ve sessizce stattan ayrıldılar.
Taraftarlar ve Japon millî takımı ayrıldıktan sonra oldukça enteresan bir manzara kalmıştı geride; dakikalar önce on binlerce insan yokmuş gibi tertemiz bir stat.
Görevlilerin şaşkınlığı devam ediyordu. Soyunma odasına geldiklerinde karşılaştıkları ortam şaşırtıcıydı. Futbolcular her yeri düzenlemişler ve bir not bırakmışlardı; "Her şey için teşekkürler."
***
İşte bizim 16 yıldır katılamadığımız bir organizasyonda olanlar ve kendimize yakın bulduğumuz Japonya'nın medeniyeti ve insani gelişmişliği...
Biz, Japon kültüründe kendimize olan saygımızı, kaybettiğimiz geçmişimizi görüyoruz belki de...
Ama son verdikleri ders belki de unuttuğumuz, unutturulan Türkiye'nin, yani bizlerin bir yansımasıydı; "Nasıl insan oluruz"u anlattılar bize...
Hunharca işlenen cinayetler, çocuk ölümleri, tecavüz, hırsızlık haberleri, tehditler, soruşturmalar, zamlar, kavgalar, her gün yanan fabrikalar, sigara yüzünden yakılan ormanlar, siyasilerin sınırlı kelimelerle toplumu getirdikleri nokta, idam tartışmaları, erken seçimler, her şeye maydanoz olmayı kendilerine görev bilen şarkıcıların yorumları... Günümüz bunlarla, bu geri kalmışlıklarla geçiyor.
İşte böyle bir tabloda Dünya Kupası'nda olduğumuzu düşünelim...
Futbolcularımız prim kavgası yapmadan, muhabirleri tehdit etmeden, gazetelerimiz "savaş" manşetleri atmadan, skandallar skandalları izlemeden bir turnuvayı tamamlayabilir miydik?
2002'deki gibi birbirimize sarılabilir, hiçbir siyasi kaygıyı düşünmeden tek yürek olabilir miydik?