Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Armağan KULOĞLU
Armağan KULOĞLU

Tehditle taviz koparma

Ülkemizde genelde bölücü hareketler olarak nitelendirilen Türkiye’nin dönüşüm süreci, iç dinamiklerle, her fırsattan istifade ile devam ettirilmeye çalışılmaktadır. Bu kapsamda son zamanlarda iki olayı fırsata dönüştürme ve taviz koparmaya yönelik davranış sergilendiğine şahit olunmaktadır. Bu iki konudan birincisi Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da meydana gelen ayaklanmalar, ikincisi de yaklaşan seçimlerdir.
Bölücü siyaset yapanlar tarafından bölgenin şu anda barut fıçısı gibi olduğu, patlama noktasına geldiği, kimsenin bunun farkında olmadığı, buradaki insanların yıllarca oyalandığı, “açılım” söylemiyle kandırıldığı ifade edilmiştir. Bu ifadeye dayanarak da, bu insanların bir gün bir yerde kesintisiz isyana başlaması halinde kimsenin bunu durduramayacağı, bu patlamanın görüldüğü, bunun nasıl bir toplumsal etki yaratacağının bilinmediği, ancak kaygıyla izlendiği, buna siyaset olarak çözüm aradıkları ve yönetimin bunu görmezlikten geldiği söylenmiştir.
Tunus’tan başlayan muhalif ayaklanmaların Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da yaygınlaşması ve devam etmesinden esinlenerek, böyle bir söylemle bir taraftan bir kısım vatandaşlarımıza ayaklanma çağrısında bulunulurken, diğer taraftan da bugüne kadar yaptıkları isteklerin karşılanmaması halinde yönetime, bu tip olayların olabileceğine ilişkin gözdağı verilmeye çalışıldığı düşünülmektedir. Bu şekilde beyanda bulunmanın, açıkça bir tehdit ve aba altından sopa gösterme niteliğinde olduğu değerlendirilmektedir.
Bu davranış biçiminde, Türkiye’nin ulus devlet, üniter devlet, laik devlet felsefesi ile kurulduğu, laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu, ayaklanmaların meydana geldiği ülkelerin ise, demokratik olmadığı, insan hakları ve özgürlüklerin dikkate alınmadığı ve baskıcı rejimlerle yönetildiği gerçeğinin bilinmesine rağmen, bunların görmemezlikten gelindiği, aldatmaya ve yanıltmaya yönelik bir yaklaşım sergilendiği açıkça görülmektedir.
Diğer taraftan bölücülerin, Libya’daki olaylara BM başta olmak üzere, uluslararası güçlerin müdahale olasılığını, kendileri için hayal ettikleri bir durumun gerçekleşmesi olarak gördükleri ve bir gün kendileri için de böyle bir yaklaşımın söz konusu olabileceğini düşündükleri söylenebilir. İmralı’nın ve Kandil’in çözüm için yapılacak bazı işlemlerin, BM, AB, ABD, Türkiye ve Irak’ın kuzeyindeki yönetim gözetiminde yapılması gibi istekleri de, aynı kapsamda algılanabilir.
Esasen Libya’daki olaylara, katliam ve insanlığa karşı suç işlendiği gerekçesi ile dışarıdan müdahale edilmesinin de birçok sakıncayı beraberinde getireceği hesaplanmalıdır. Bu olayların iç dinamiklerle çözüme kavuşturulmasının, dışarıdan ancak çözümü kolaylaştırıcı telkin ve teşebbüslerde bulunulmasının daha uygun olacağı, aksi takdirde başka olaylar için kötü bir örnek ve bu gibi müdahalelerin alışkanlık haline gelmesine sebep olacağı değerlendirilmektedir.
Ayrıca seçimler için gerekli olan güvenli ve istikrarlı ortamın, PKK’nın eylemsizlik kararını kaldırmasından dolayı bozulabileceği ve seçimdeki oy kaygısının da, taviz koparmaya yönelik bir fırsat olarak görülebileceği dikkate alınmalıdır. Bu konuda İmralı’nın, Kandil’in ve bölücü siyaset yapanların taleplerine itibar edilmemeli, zafiyet gösterilerek hiçbir talebe cevap verilmemeli, başka yönlere çekilebilecek, yuvarlak ifadelerde bulunulmamalı, hatta geleceğe yönelik ümit vaat eden söylemlere de yer verilmemelidir.
Seçimden sonra yeni bir anayasanın gündemde olacağı, toplumun her katmanının bunu arzu ettiği, anketlerde böyle bir beklenti içinde olunduğunun görüldüğü ifade edilmektedir. Bu psikolojik bir girişimdir, aldatmacıdır. Sürekli gündemde tutularak toplum buna alıştırılmaya çalışılmaktadır. Halkın bilinçli olarak böyle bir arzusu ve beklentisinin olması mümkün değildir.
Bu girişimler, anayasanın başlangıç hükümlerinin yok edilmesini, değiştirilemez maddelerin değiştirilmesini, bunlara atıfta bulunan diğer maddelerin yozlaştırılmasını hedef almaktadır. Türk, Atatürk ve Türk Milleti kavramı olmayan bir anayasa yaratılmak istenmektedir.
Bu maksatla 22-23 Mart 2011’de, önde gelen bir ekonomi derneği tarafından forumlar düzenlenecektir. Forumun konularına ve bazı konuşmacıların niteliklerine özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir. Gelişmelerin iyi yönde olmadığı görülmelidir. Türkiye’nin kuruluş felsefesinin, yapısının ve sisteminin değiştirilmesine, dönüştürülmesine asla müsamaha ve müsaade edilmemelidir.

Yazarın Diğer Yazıları