Tartıştılar da ne oldu?

İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri il ilgili iki adayın TV tartışması beklendiği gibi oldu. Okuyucularımız hatırlayacaktır. Büyük beklenti içinde olunmaması gerektiğine ilişki görüşümüm daha öncece belirtmiştim.

Gelelim kim kazandı sorusuna.

Demokrasi kazandı.

En azından siyasi rakipler bir araya geldi ve eteğindeki taşları kısıtlı süre içinde döktü.

Bu önemli bir gelişme.

Çünkü Cumhur İttifakı'nın en önemli seçim stratejisi, gerilim yaratmak ve buradan taraftar toplayarak rakibi yenmek üzerine kurulu. Haliyle yaratılan bu gerilim, toplumsal psikolojide büyük hasarlara neden olmağa başlamıştı.

Buradan yürürsek, diyebiliriz ki: İmamoğlu -Yıldırım tartışması, sonucu itibariyle siyasi havaya olumlu bir mesaj vermeyi başarmıştır.

Bunun dışında adaylardan olağanüstü bir şey görmedik. Zaten bunu beklemiyorduk. Seçim kampanyalarında yapılan konuşmaların bir tekrarını dinledik.

Hepsi bu.

Öne çıkan konular nedir derseniz?

Derim ki: Binali Yıldırım'ın birkaç kere rakibi İmamoğlu'nu "yalancılıkla" suçlaması ve İmamoğlu'nun da 2017 Sayıştay raporlarını öne sürmesidir.

Ordu Valisi ile ilgili tartışma ile İmamoğlu'nun İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde göreve başladıktan sonra 18 günlük süre içinde veri kopyalaması olayı boş bir tartışmadır.

Bunların seçilecek adayın İstanbul'daki başarısı ile hiçbir ilgisi yoktur.

Vali ile ilgi tartışma aslında İmamoğlu'nun değil Millet İttifakı'nın iki siyasi aktörü CHP-İYİ Parti ikilisinin üzerinde durması gereken bir konudur.

Niye?

Çünkü devletin görevi, seçimin hem güvenliğini ve hem de seçimin adalet içinde yürütülmesini sağlamaktır. Olağanüstü bir hâl yoksa valiliklerin otobüs terminallerine, havaalanlarına polis göndermesi, hangi yolcunun hangi perondan ya da kapıdan bineceğine karar vermesi veya bunu engellemesi düşünülemez.

Kim nereden otobüse/trene/uçağa biner veya binmez buna ilgili ulaşım yerinin yönetimi karar verir. Ancak yasaya uygun olmayan durum ortaya çıkarsa emniyetten yardım ister.

Bir diğer husus, vali/kaymakam kısacası mülki amir, devlet memuru olarak tanımlanırken vatandaşın konumunun yok sayılması var ki, bu da hukuk devleti normlarına uygun değildir. Kaldı ki, ister İmamoğlu olsun, isterse Yıldırım, 16 milyonluk bir kentin yönetimi için yarışıyor. 16 milyonluk bir dünya anakentini yönetecek kimselere suni bir "güvenlik sorunu" çıkararak VİP salonundan geri çevirmek çok akıllıca bir iş değildir. Üstelik bunu, seçim sürecinde yapmak, elbette adil bir yönetim anlayışını yansıtmamaktadır.

İstanbulluların esas konusu, anakentin sorunlarıdır. Sayıştay raporu tam da bununla ilgilidir. Burada yapılan harcama ve eksikler anlatılıyor. STK'larla ilgi konuda bizzat İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin raporu var. İBB'nin vakıf ve STK'lar için yaptığı 847 milyon liralık desteği, hazırladığı 56 sayfalık "STK-Okul-Faaliyet Raporu 2018" ile açıklamış.

Zaten belediyeler tüzel kişiliktir. Gerçek kişiler gibi "kes bir makbuz sana yardım edeyim" diyemez. Destekleri; kültür, eğitim, sanat gibi çeşitli etkinlikleri yoluyla yapar. Dikkat ederseniz Cumhur İttifakı'nın adayı Binali Yıldırım da bunu doğruladı. Dedi ki: "FETÖ ile mücadele için, vakıfların projelerine yurt desteği, eğitim desteği verildiğini" söyledi...

Sonuç olarak bütün gerçekliği ile bu tartışma programı; çatışan, gerilimli siyaseti bir düzeleme getirdi.

Sabahında ise gene yandaş medyanın çığlıkları ile öfke yüklü seviye ile uyandık. Halen daha o düzeyde; karalama, çarpıtma, saptırma ve bunu destekleyen fotoğraflarla yüklü sözde haberlere bakmak zorundayız.

Yazarın Diğer Yazıları