Tartışma olmalı mıydı?
16 Haziran'da İsmail Küçükkaya'nın yöneteceği İstanbul seçimlerinin iki güçlü adayı, Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım tartışmasını ekranlara taşıyacak.
Bu gelişmeyi pek çok yazar, sunucu ve yorumcu "yılın olayı", "büyük değişim", "demokrasinin geri dönüşü" gibi tanımlamalarla açıklıyor.
Doğru.
Gerçekten de bir yönü ile demokrasinin dönüşüdür.
Neden?
Çünkü bütün kanallar (tabi yandaşlar verirse), ilk defa ortak yayın yapacak. Böylece her iki aday genel izleyiciye hitap edecek.
Bu gelişmenin ikinci bir yönü daha var. İktidar kanadı, kendi medya sahası içinden birini program yöneticisi (modaratör) göstermedi. Güvenilir adam karşı medyada arandı. Önce Uğur Dündar, sonra İsmail Küçükkaya.
Elbette Hulki Cevizoğlu gibi nitelikli ve donanımlı başkaları da var. Burada önemli olan şey, yandaş medyanın iktidarın gözünden nasıl görüldüğüdür.
Nasıl görülüyor?
Güvensiz ve yetersiz.
Tespit doğru.
Hatırlayalım: Bundan önceki seçim sürecinde Ekrem İmamoğlu'nu davet eden Ülke Tv'deki zatın hali içler acısıydı. Gazetecilik yerine tetikçilik yapmaya kalkınca ters tepmişti.
Her iki gelişme birlikte düşünüldüğünde büyük dönüşüm işte budur.
Yıllar sonra ilk defa iki aday bir araya gelecek, yandaş medya karalama pahasına eleştirdiği ve büyük sansür uyguladığı Ekrem İmamoğlu'nu kendi seyircisine sansürlemeden gösterecek.
Düşünsenize, A Haber İmamoğlu'nu kesmeden yayınlayacak. Bilinçli sansür, yerini özgür ortama bırakacak. İktidar medyasına tıkılıp kalan, İmamoğlu'nu doğru dürüst hiç dinlememiş, hatta görmemiş olan insanlar, o akşam ilk defa görecek ve dinleyecek.
Haliyle akıllı insanlar, ikisi arasında kıyaslama yapacak.
Ölçüp biçecek, kendince tartacak.
Ertesi gün, yandaşlar gene savuracak tabi. Daha sonraki günlerde ise habbeden kubbe yapacaklar. Ona şüphe yok. Lakin medya, (bir kerecik de olsa) 17 yıl sonra herkesin medyası haline gelecek.
İşte buna demokrasiye dönüş diyorlar.
Program içerine gelirsek, aşağı yukarı herkes ne konuşulacağını tahmin edebilir. Binali Yıldırım İstanbul'a yaptıkları metroyu, hava alanını, Marmarayı hatırlatacak.
Buna karşılık İmamoğlu, bunların yapılmasının doğru bir şey olduğunu ama İstanbul halkı dâhil tüm Türkiye'nin parasının kimi şirketlere bire on-onbeş fazlasına fahiş fiyatla yaptırıldığını söyleyerek, daha ucuza yapılacakken neden yapılmadığını soracak.
Her ne anlatılırsa anlatılsın iki taraf içinde bu yayın risk taşıyor.
Nasıl bir risk?
Her iki taraf da görüşlerini anlatırken ani bir durumla karşılaştığında pot kırabilir, hatalı bir cümle kurabilir, toplumsal psikolojinin hafif göreceği bir tutum içinde görülebilir. Zaten bu tür yayınların önemi de burada.
Gelelim program yöneticisine..
Salt tarafsızlık mümkün mü?
Elbette mümkün değil. Önemli olan yargıç tarafsızlığı dediğimiz şey. Herkese söz vermek ve kasıtlı olarak kişiye yüklenmemektir. Bunun dışında eşit süre verilmesi, biraz meclis mantığını hatırlatıyor. Orada da milletvekilleri bir önergeye ilişkin görüşlerini eşit sürede anlatmak zorunda.
Sonuç olarak Türkiye iyi bir yola girmiş görülüyor. İnşallah devamı gelir.