“Tarihimizdeki Muhteşem Mektuplar” (*)
Necdet Bayraktaroğlu Bey’in, “Tarihimizdeki Muhteşem Mektuplar” adlı eserini inceleyen değerli kültür adamı Hicabi Koçak (Milli Düşünce Merkezi mensubu), duygu ve düşüncelerini kaleme aldı. Kitabın ruhunu yansıtan yürekten katıldığımız bu yazıyı aynen yayınlıyoruz.
“Kitapta kaynakları belirtilerek yer alan ve dünya tarihinin akışını değiştiren mektuplar, soylu ecdadımızın Türk Milletine miras bıraktığı övünç belgeleri olarak karşımızda durmaktadır. Türklerin en az 2200 yıllık yazılı tarihi içerisinde; Kağan, Hakan, Han, Başbuğ, Tigin, Bey, Sultan, Padişah, Devlet Adamı, Komutan ve Kahramanlara ait bu mektuplar, daha önce muhtelif eserler içerisinde incelenmiş ve yayınlanmıştı . Mevcut kaynaklar ışığında bir araya getirilerek hazırlanan bu mektuplar, unuttuğumuz bir çok değerlerimizi bizlere yeniden hatırlatmaktadır.
Mektupların yazıldığı tarihte meydana gelen hadiselerin oluş nedeni, öncesi ve sonrası ile ders çıkartılması gereken neticeleri, bugünkü nesillerin gözleri önüne serilmektedir.
Bayraktaroğlu’nun, Mete Han’dan ATATÜRK’e kadar, tarihi bir sıralamaya göre tertip ettiği mektupları özenli bir şekilde bir araya getirdiği görülmektedir. Mektuplar, Türk Devlet adamlarının milli, manevi, edebi, hissi, endişe ve ümitlerine ait duygu yüklü dünyalarından, Türk’ün milli vicdanı ve hafızasına şimşekler çakan parıltılar göndermektedir.
Tarihimizdeki Muhteşem Mektuplar, yazılmasına neden olan olayların, sebep ve sonuçları bakımından Türklüğün ve milli varlığımızın geçmişte içinde bulunduğu şartlarının, günümüz Türkiye’sindeki kişi ve olaylarla benzerliği ve ibret alınması yönüyle de önemli bulunmaktadır.
Mektuplar, en zor şartlar içinde dahi milli vicdanın, vatanseverliğin, vatan/toprak bütünlüğünün savunulması azmini bütün cihana gösteren bir belgedir. Türk’ün; ateş, şimşek, yıldırım ve su gibi akıp gelen ulvi hatıralarının erdemli yansımalarını gönüllerimize ve belleğimize aksettirmektedir.
Yabancı devlet adamlarının, Türklere duydukları hayranlığın hakşinas müşahâde ve telâkkilerini bir vefa sayfası olarak karşımıza getiriyor. Türk düşmanlarının ise, sinsi emelleri ile onların memleket dahilindeki yerli işbirlikçi ve kuklalarının vasfı, bir ibret vesikası olarak karşımıza çıkıyor.
Bahtsız şehzade Cem ile kardeşi Bayezit arasındaki hüzün dolu mektuplaşmalar bu günlere uzanan elem dolu tarih sayfalarıdır.
Yavuz Sultan Selim ile Şah İsmail arasındaki dünya görüşleri ve devlet anlayışları arasındaki farklılıklar, siyasi mücadelenin mektuplarına yansıyan hüzünlü yapraklarıdır.
Osmanlının, Fransa Kralını, Alman ve İspanyola karşı; Açe Sultanını Portekizlilere karşı Sumatra ve Endonezya adalarında himaye edişi; IV.İvan’a karşı Kırım Hanı Devlet Giray’a yardım ederek Giray Hanın Rusları bozguna uğratması ve Moskova’ya girişi; Lehistan Kralının Osmanlının tercihine göre seçilmesi, İngiliz Kraliçesi Elizabet’in 1579 da III. Sultan Murat’tan yardım istemesi, İspanya’nın İngiltere’yi istila etme teşebbüsüne mani olması, Türk Hakanının heybetini göstermektedir.
İsveç Kralı XII.Karl (Şarl)’ın Poltova Savaşında (1709) Ruslara yenilip ve yaralı bir halde kaçarak Osmanlının Babadağı Muhafızı Yusuf Paşa nezdinde Padişah III. Ahmet’e iltica etmesi ile yaklaşık beş sene kaldığı / sığındığı Türklerin yanında gördüğü yakınlıktan doğan sevgi ve saygı neticesinde, kız kardeşine yazdığı mektupta (S.338): “Bugün ben esirim! Türklerin esiriyim! Demirin, ateşin, suyun yapamadığını onlar yaptılar, beni esir ettiler... Şefkatin, saygının, asaletin, nezaketin esiriyim.” diyerek, Türk’ün yüksek asaletinin sevgi dolu zerafeti yansıtılmaktadır.
I. Abdülmecit Han, Osmanlı’dan yardım isteyen Ren Nehri’nin Alman yakasındaki köylülere yeniçeri elbisesi göndermesi ve bu elbiseleri giyen köylüleri gören Almanların, Türk sandıkları köylülerden korkarak, saldırıdan vazgeçmesi Türk Devletinin ihtişamını göstermektedir.
Bu güzel kitabı; Türk devlet adamları, siyasetçi, diplomat, dış temsilciliklerimiz, parti liderleri, silahlı kuvvetler mensupları, öğretmenler ve öğrencilerimiz tarafından mutlaka okunmalı, gelecek nesillere aktarılarak, yüksek tarih şuuru canlı tutulmalıdır.”
(*) (Necdet BAYRAKTAROĞLU-
Hayat Yayın Grubu - İstanbul- 2012)