Tarih ve hafıza (Bellek)
İnsanların yaşamı bir "tarihtir." Bizler bir "tarih nehri içinde akar gideriz."
Ama bizden önce yaşayan yaklaşık 7 milyar insanın nasıl yaşadığını, hangi değerleri ürettiğini ya da yok ettiğini, nasıl "tarih yaptığını" tam olarak bilmeyiz.
*
Her ülkenin yaşamında çok sayıda tarihi günler, aylar ve yıllar vardır.
Bunlar tören dediğimiz olgularla beyinlere yerleşir/yerleştirilir.
Bu, zorunlu ve gerekli bir durumdur.
Tarih tümüyle bir hafızadır!
Gündelik yaşamdaki pek çok tartışma, geçmiş tarihin yorumlanmasından doğar.
Çünkü tarih -yazıya dökülmüş olsa da- yanılgı ve tarafgirliklerle doludur.
*
Tarih aslında tümüyle - bireysel ya da kolektif; yazılı ve/veya sözlü- bir hafızadır. Bu yüzden tarihin hafızadan kopması mümkün değildir, aksi durum, kendisini inkâr/yok etmek anlamına gelir!"
*
Tarih yazılırken, siyasal aktörlerin güç vakumundan (çekiminden) kendisini kurtaramaz. Ya da, daha sonraki yıllarda cari (geçerli) olan gücün etkisiyle dönüştürülür.
Bilim insanları ve tarihçiler de kendisini bu girdabın çekiminden tam olarak kurtaramaz.
Bu durumda ortaya şu soru çıkmaktadır:
Tarihi kim inşa etmektedir?
Hafıza suistimalleri ve "üretilen hafıza"
Hafızaya/belleğe dayalı bir olgu aynı zamanda yanılgılarla da doludur.
Derin felsefi açıklamaları bizim dilimizdeki "Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür" sözü çok kısa ve net olarak anlatmaktadır.
Bu durumda, tarihin inşasında ve hatta tarihin yapımında tam bir doğruluk ve gerçeklikle karşılaşmamız mümkün değildir.
Atatürk'ün "tarih yazanlar, tarih yapanlara sadık kalmalıdır" sözü burada karşımıza çıkar ve Atatürk'e bir kez daha hayran kalırız.
Çünkü bu söz, siyasal bir retorik ya da toplumsal coşku sloganı olmanın çok ötesine gider, onları fersah fersah aşar ve felsefi bir zemine altın harflerle kazınır!
*
Baştan itibaren anlatmaya çalıştığım olgular, çağımızın en büyük felsefeci ve toplumbilimcilerinin üzerinde durduğu derin konulardır.
(Atatürk'ü de bu gözle bir kez daha dikkatlerinize sunuyorum.)
Tarih yeniden kurulur
Hafızalar suistimallere çok açıktır.
Engellenebilir, yaralı, travmatik yani patolojik bir yapıya sahip olabilir, manipüle edilebilir, yeniden üretilebilir, araşsallaştırılabilir ve başka kimliklere dönüştürülebilir.
Sonuçta, tarih "yeniden kurulur."
(Freud ve Ricoeur okuyanlar Atatürk'ü de çok daha iyi anlayabilir.)
*
Bu ve pek çok nedenlerle "bütünsel bir tarih yazılamaz."
Rakip anlatılar, anlatım zemini (medya ve mekân), anlama kapasitemiz, ya da kimi zaman G. Steiner'in söylediği gibi "akıl dışında kalanın söylem dışında da kalması" gibi faktörler ile "övgünün kime yapılacağı" (izin ve rıza) ve iktidarlar etkileri tam bir tarih yazımına tarih boyunca izin vermemiştir.