Suriye ve Libya'da neyin savaşı veriliyor?
Dış politikada ortalık toz duman. Gündem ve öncelikler adeta saat başı değişiyor. Evet bu değişime ayak uydurup gündemi yakından takip edip ön almak lazım. Ama Türkiye'de iktidarın politikalarını (eğer varsa öyle bir şey) böyle değerlendirmek mümkün değil.
Çünkü yapılan gündemi yakından takip edip ön almak değil. Bırakın günü haftayı saat başı U dönüşleri yaparak başımızı döndürüyor. Eksen mi değiştiriyoruz diye bakıyorum değil çünkü eksen zıvanadan çıkmış sürekli arayış içinde. Yönümüzü kaybettik dersek abartmış olmayız.
Pazartesi günü Moskova'da ne olduğuna bakarsanız dediğimi daha iyi anlarsınız. Putin diplomatik alanda büyük bir gövde gösterisi yaptı. Libya'da savaşan tarafları bir araya getirdi. Sözlü mutabakatla varılan ateşkesin yazılı imzalı metne dönüşmesini istedi.
Evet Hafter anlaşmayı imzalamadı. Putin hedefine ulaşamadı gibi gözükse de Rusya'nın artık Akdeniz'in ortasında en büyük oyun kurucu olduğu tescillendi.
Anlaşmayı imzalamadan ayrılması Hafter'in Rusya'nın adamı olmadığı algısını güçlendirirken, Rusya'nın Libya'da taraf tutan değil arabulucu sorun çözücü rolünü tescilledi.
Peki Erdoğan yönetimi ne yaptı? Darbeci diye suçlayıp müzakere yapılmaz dediği Hafter ile Putin'in verdiği yol haritası bağlamında ateşkes masasına oturdu. Hafter imzalamayınca yeniden Hafter'i adeta düşman ilan edip gereken dersi vermekten bahsetti. Bu haliyle Türkiye ise taraf tutan duruşuyla Libya'da güvenilir aktör olmaktan uzaklaştı.
Bu eksen değiştirmek mi, aktif dış politika mı, yoksa önü sonu düşünülmeden yapılan anlık çıkışlar mı? Bu tutarsız anlık çıkışlar Türkiye'yi Libya'da ne durumda bıraktı dersiniz?
Olan şu: Ateşkesi imzalamayan Hafter ama ateşkesin önündeki en büyük engel Türkiye algısı oluştu. Çünkü hem Hafter hem de onu destekleyenler Libya'da önce ateşkes sonra siyasi çözüme giden yolda Türk askerinin Libya'ya gönderilmemesini en büyük engel olarak görüyor.
Bununla da kalmıyorlar, Türkiye'nin Libya'ya Suriye'den gönderdiği binlerce Suriyeli silahlı grubun geri çekilmesini istiyorlar. Ateşkes ilanı ve anlaşma imza girişimi Türkiye'yi bu konuda büyük baskı altına soktu. Putin hedefine ulaşmış gözüküyor.
Putin daha önce defalarca uyararak Suriye'deki terörist grupları Libya'da görüyoruz bu çok tehlikeli dediği durumu Libya'da ateşkes çağrısı üzerinden uluslararası alanda en üste çıkardı, Erdoğan yönetiminin geri adım atmaya zorluyor. Suriye'den giden silahlı gruplar nasıl geri döner bilinmez ama Türk askerinin Libya'ya gidişi akamete uğramış gibi gözüküyor.
Mavi Vatan için Libya'ya asker göndermemiz gerekir denklemi de çökmüş gözüküyor. Çünkü birbirinden ayrı konuydu ve yanlış bir denklemdi.
Bu konudaki kaygılarımı 08 Ocak'taki "Türkiye'yi limboda bırakmak" başlıklı yazımda anlatmıştım. Yani Türkiye'nin cehennemin sınırında, bilinmeyen durumda, çıkmazda, belirsizlikte bırakılması tehlikesinden bahsetmiştim.
Diğer taraftan Libya'daki iç savaş taraflara verilen desteğin arkasındaki güçlere bakılırsa Türkiye ile Mısır-S.Arabistan-BAE üçlü ittifakı arasında açık bir mücadeleye de dönüşmüş durumda. Bunun sıcak bir askeri çatışmaya dönme olasılığı düşük. Ama Doğu Akdeniz'de Rum-Yunan ikilisinin bölge ülkeleriyle kurduğu ittifak halkalarına ta Körfez'den yeni halkaların eklendiğini göstermesi açısından önemli.
Türkiye ise uluslararası siyaset ve diplomasideki yalnızlığını Doğu Akdeniz'de olduğu gibi Libya'da da asker kartını dış politikanın asli ve tek unsuru yaparak gidermek istiyor. Ama uzun vadede sürdürülebilir olmayan bu seçenek nedeniyle Türkiye hem iyice yalnızlaşıyor hem de limboda kalıyor.
Mısır'da önceki gün AA bürosuna yapılan baskınla yapılan gözaltıları Libya özelinde ortaya çıkan bu mücadelenin bir parçası olarak görmezsek eksik değerlendirme yapmış oluruz.
Mısır'dan gelen açıklamada "Milli güvenlik makamları, Türk elektronik medya komitelerinden birinin, bir daireyi muhalif faaliyetleri için merkez olarak kullandığını tespit etti" denildi. Bu faaliyetlerin arkasında Türkiye'nin ve Mısır'da terör örgütü olarak kabul edilen Müslüman Kardeşler'in olduğu belirtildi.
Libya'da Türkiye'nin destek verdiği Trablus hükümetinin İhvan'la yakınlığı, Erdoğan yönetiminin görüştüğü Tunus ve Cezayir yönetimindeki kişilerin İhvan fikrini destekledikleri düşünüldüğünde Mısır-S.Arabistan-BAE üçlüsü Türkiye'yi kendileri dahil birçok ülkenin terörist örgüt olarak gördüğü Müslüman Kardeşler üzerinden teröre destek verme etiketiyle saf dışı bırakmayı düşündükleri anlaşıyor.
Ön planda bu ülkeler olsa da ABD ve Avrupa'nın hatta Rusya'nın bu üçlüden farklı düşünmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Erdoğan yönetimi gelişmelerden ders çıkarmalı, yerli ve milli bir anlayış olmayan İhvan anlayışıyla birlikteliğini gözden geçirmeli, Ortadoğu'da ve Araplar arasındaki kriz ve çatışmalarda taraf olmanın Türkiye'nin çıkarlarına büyük zarar verdiğini görmeli.
Erdoğan yönetimi nihai hedefini bilmediği Putin'in planlarına dahil olarak bir nevi al İdlib'i ver Trablus'u anlayışıyla yola çıktığı Libya sahasından dışlanmaya yöneltilmiş durumda.
İdlib'te de gözlem noktalarını Suriye ordusunun kuşatmasına maruz bırakıp geri çekilen, yeni göç dalgalarına kapılarını açmak zorunda kalan bir pozisyona doğru sürükleniyor.