Suriye tuzağına düşmeyelim
Arap Baharı olarak nitelendirilen ve Kuzey Afrika’dan Orta Doğu’ya doğru domino etkisi yaratarak gelişen olaylar, Suriye’de de uzun bir süredir devam etmektedir. Bunun bir bahar mı yoksa bir kaos mu olduğunu zaman gösterecektir. İktidarların otoriter rejimlerden demokratik rejimlere dönüşmesinin kolay olamayacağı, muhalif hareketlerden sonra değişen iktidarlara karşı yapılan muhalif hareketlerden anlaşılmaktadır. Mısır buna açık bir örnektir. Diğer taraftan demokratik yollarla iktidara gelecek yönetimlerin, şeriata yakın İslami düşünceleri ön planda tutabileceği, bu durumun ülkelerin demokrasiye yaklaşmalarından ziyade dini idarelere ve anlayışlara yönelebileceklerine sebep olabileceği de düşünülmektedir.
Türkiye bölgede, demokrasiyle yönetilen ve halkının tamamına yakını Müslüman olan yegâne ülkedir. Türkiye’nin durumu batılı ülkeler tarafından örnek gösterilmektedir. Ancak Türkiye’nin bu duruma birdenbire sahip olmadığı bilinmelidir. Türkiye’nin, demokrasiye geçmeden önce, demokrasi için alt yapı oluşturan ve modernleşmesini sağlayan bir devrim sürecinden geçtiği, devrimlerin gerçekleştirilebilmesi için güçlü, kararlı, bilgili, modern, cesaretli bir lidere ve onu destekleyen bir kadroya sahip olduğu unutulmamalıdır. Türkiye’deki mevcut durumun, geçmişte oluşturulan sağlam temeller üzerinde hareket eden siyasi hareketler olduğu dikkate alınmalıdır. Örneklik kavramının bu çerçevede düşünülmesinde fayda vardır. Bize bunu sağlayan Ulu Önder Atatürk’ü ve ona destek veren ve yapılanları devam ettiren kadrosunu bir kere daha minnetle anıyoruz.
***
Türkiye’nin Suriye politikasının, bu konuda evrim geçiren diğer ülkelerde olduğu gibi, halkın taleplerinin yanında yer alma şeklinde oluştuğu bilinmektedir. Türkiye, Suriye rejiminin kendi halkı üzerinde uyguladığı baskının ve muhalif hareketleri bastırmak için gerçekleştirdiği operasyonların durdurulması için çeşitli teşebbüslerde bulunmuştur. Rejimin kendi halkı üzerindeki zulmünü eleştirmiş, çağrılarda bulunmuş ve son verilmesi için ülke olarak gayret sarf etmiş, bölgesel ve uluslararası platformları harekete geçirmiştir.
Batı’nın Suriye politikası da görünürde Türkiye’ninkinden çok farklı değildir. Ancak Batı’nın, Suriye’deki gelişmelere ve muhalefete karşı yürütülen operasyonların sonucunda gittikçe artan ölüm olaylarına rağmen, Libya’ya olduğu gibi askeri bir müdahaleye de yanaşmadığı görülmektedir. Bunun sebeplerinin, Suriye’nin Libya gibi zengin petrol kaynaklarına sahip olmaması, Suriye’ye yapılabilecek bir müdahalenin İran’ı harekete geçirebileceği ihtimali, Rusya ve Çin’in sadece askeri müdahale konusunda değil, aynı zamanda diğer yaptırımlar karşısındaki olumsuz tavrı ve Batı’nın yapılacak müdahalenin oluşturacağı riskin altına girmeme düşüncesi olduğu söylenebilir. Rusya Donanması’ndan 3 savaş gemisinin Suriye’ye gelmesinin, Rusya’nın Suriye’ye yapılabilecek askeri bir müdahaleye karşı takındığı tavrın bir göstergesi olduğu da dikkat çekicidir.
***
Durum böyle olmasına rağmen başta ABD olmak üzere Batı’nın, Suriye’ye gerektiğinde yapılabilecek askeri bir müdahalenin Türkiye vasıtasıyla gerçekleştirilmesi için telkinlerde bulunduğu görülmekte, hatta Türkiye buna teşvik edilmektedir. Bir taraftan müdahalenin şimdilik Türkiye ve Arap Birliği öncülüğünde, baskı uygulamak şeklinde yapılması telkin edilmekte, ancak diğer taraftan da Türkiye’ye askeri müdahale yapması hususunda yeşil ışık yakılmaktadır. Bu kapsamda Türkiye’nin, Suriye sınırından takriben 5-10 km. kadar içeriye girerek bir tampon bölge oluşturulması gündemde tutulmaktadır. Suriye yönetiminden kaçan halkın bu tampon bölge içinde güvence altına alınabileceği düşünülmektedir.
Bu arada Suriye’deki olaylar sırasında Kürt grupların, konumlarını muhafaza etmeleri, silahlanmaları, kendilerini savunmaları, çıkması muhtemel bir iç savaştan istifade ederek temel haklar elde etmeleri, halk olarak tanınabilmeleri yönünde PKK’dan tavsiye aldıkları görülmektedir. Barzani’nin de aynı düşüncede olduğu anlaşılmaktadır. Bu kapsamda Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt Özerk yapısının ortaya çıkabileceği hususunda emarelere de rastlanmaktadır.
***
Suriye’de devam eden olaylar insani açıdan rahatsızlık verse de bunun Suriye’nin bir iç meselesi olarak görülmesi ve çözümünün de iç dinamiklere bırakılmasının uygun olacağı değerlendirilmektedir. Türkiye tarafından yapılabilecek bir müdahalenin faturasının çeşitli yönleriyle yüksek olacağı hesaplanmalıdır. Birinci ve ikinci Körfez Savaşlarından alınan dersler dikkate alınmalıdır. Ancak olaylar Türkiye’nin güvenliğini tehdit edecek şekle dönüşürse buna müdahale etmekte de tereddüt edilmemeli, fakat Batı’nın telkinleriyle de tuzağa düşülmemelidir.