Siyasi kötülüğün sesi
İntihar teşebbüsünde bulunan Adıyamanlı bir vatandaş vincin üstüne tırmanmış haykırıyor: "Devlet neredeydi? Yalvardım ben…" Belli ki yakınlarını kayıp etmiş, yardım beklemiş, ama kimse gelmemiş.
Depremin asıl gerçeği işte bu. İlk iki gün boyunca yardım çığlıkları duyduk. İçimiz acıdı. En az yardım bekleyenler kadar biz de kimse gelecek mi diye bekledik.
Gelmedi.
Ne kurtarma ekipleri yetti, ne kurtaracak alet ve edevat. İnsanlarımız, yönetim başarısızlığı sebebiyle hayatlarını kayıp etti.
Utanmayanlar ise bu başarısızlığın görülmesine tahammül edemedi.
Asıl görevi yasa gereği "Kamu yayıncılığı" yapmak olan TRT dâhil, iktidarı destekleyen birçok kanal, halkın gözyaşları içinde dile getirdiği yardım çağrılarını, haklı isyan feryatlarını görmezden geldi. Ya yayın sırasında konuşan kişinin sesini kesti yahut kamerayı başka yöne çevirip görüntüyü kaçırdı.
Millet can derdinde, derdine çare olacak bir el beklerken, bunlar; "Sakın olumsuz haber gelmesin" deyip iktidarı korumak için görüntü alınmasına, haber yapılmasına engel üstüne engel koyma peşindeler.
Tahammülsüzlüğün ve aynı zamanda derin başarısızlığın dışa vurumunu ise eski AKP milletvekili olduğu söylenen bir kadının İmamoğlu''na yönelik itici çığlığında gördük.
Aman Allah''ım!
O nasıl bir bağırma öyle.
Şaşırdım. Herhalde dedim, ailesi göçük altında, yardım istediği için gelmeyen bir kadın haykırıyor. Haberin devamını izleyince anladım ki bağıran, meğer eski bir iktidar milletvekiliymiş.
İmamoğlu''na "İngiliz ajanı" diyor. "Senin ne işin var burada İstanbul''a git" diyor.
İstanbul Belediyesi AKP''de olsaydı böyle söylemeyecekti. "Ne iyi ettiniz de geldiniz. Belki iki kişiye sıcak çorba, birkaç kişiye battaniye verirdiniz" diyecekti.
Bu kadın, partizanlığın sesiydi.
Davranışı çok itici ve çirkindi.
Siyasi kötülüğün görünürlüğüydü.
Ve bir şey daha: AKP''nin yürüttüğü ayrımcı siyasetin, nasıl bir partizan yarattığının göstergesiydi.
İşte siyasi ahlak burada tükeniyor. O tükenince, yerine öfke nöbeti geliyor. Böylece nefret kendini dışarı vuruyor.
İstanbul Belediye Başkanı İstanbul''da kalsa ve orada bulunan; Malatyalılar, Kahramanmaraşlılar, Hataylılar, Urfalılar, Gaziantepliler sorsaydı; "Biz sana oy verdik akrabalarımız göçük altında. Aç, açıkta ve çıplak. Onlara niçin yardım etmiyorsun?" deselerdi İmamoğlu ne cevap verecekti? Aynı durum diğer büyükşehir belediyeleri için de geçerli. Dolayısı ile hem bütün partilerin genel merkezleri ve hem de anakent belediye başkanları deprem bölgesinde görünür olmak zorundalar. Deprem altında kalan, ölen ve yaralı halde kurtulmayı bekleyen partilileri, seçmenleri var. Hiçbir şey olmasa bile, depremden zarar gören illerde yaşayan herkes, bu ülkenin yurttaşları. Onlara sahip çıkmak da devlet yönetmeye talip her partinin hakkı. Kaldı ki, muhalefette olan tüm belediyeler de bu milletin, bu devletin kurumları. Battaniye verirken, çorba dağıtırken, çocuk bezi uzatırken, dağıttıklarından önce parti kimliği istemeyecek.
Öyle ise "Sen niye burada geziyorsun" diyemezsiniz.
Siyasi kötülüğün ve partizanlığın görünür hale geldiği bir diğer olay Twitter''da yaşandı. Yüzlerce göçüğün altından haber alacak iletişim aracı kesildi. İktidarın akıl tutulması yaşadığı o anlarda, yüzlerce insan belki de "Buradayım" diyemediği için hayatını kayıp etti.
Kim bilir?
Bir diğer iletişim sorunu da "İletişim vergileri" ödediğimiz cep telefonu baz sistemlerinde yaşandı. Ölürken yanımızda olamayan bu şirketler, dirimizi ne yapacak? İnsanlar göçük altından seslenemedi. Kurtarma çalışanları bir uçtan ötekine haberleşemedi. Kısaca, AKP''nin yönettiği Türkiye, kendi yurttaşlarına ulaşamadı.
Öldüysek boşuna ölmedik.
Bizi, ihmaller, rant peşinde koşan çıkarcılar, vakti zamanında binalar yapılırken görevini tam yapmayan ahlaksızlar ve emaneti ehline (liyakat sahiplerine) vermeyen siyasetçiler öldürdü.