Siyasette kısır çekişme!..
1 Mayıs 1959’da Uşak’ta geziye çıkmış olan Türkiye’nin İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye Demokrat Partililer tarafından taş atıldı ve İnönü kafasından yaralandı.
Yine 4 Mayıs 1959’da CHP lideri İsmet İnönü’nün DP’liler tarafından Topkapı’da yolu kesildi ve İnönü muarızları aracının üstüne çıktılar. Bu eylem TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu Raporu’nda şöyle açıklanıyor: “İstanbul Belediye Reisi ve DP parti başkanı Kemal Aygün, Beykoz İlçe Başkanı Mehmet Kaplan’ı telefonla arayarak, Beykoz’daki resmi ve hususi fabrikaların işçilerinden ertesi gün Topkapı’da İnönü’yü hırpalamak için hazır bulundurulmalarını emir etmesi üzerine, aynı gece Kaplan ve Sebahattin Genç fabrikaya gelerek müdürle temas etmiştir. 300-400 kadar işçiyi saat 09.30-12.00 arasında Topkapı’ya sevk ettikleri, personel şefliğinden mevcut işçi giriş ve çıkış kartları ile o güne ait izin tezkerelerinin tetkikinden anlaşılmıştır.”
Aslında daha önce de Başbakan Menderes muhalefeti, Haçlılara benzetmişti. Cumhurbaşkanı Bayar da muhalefetin karınca gibi ezileceğini söylemişti. 1960 darbesi oldu... Menderes’in ve Bayar’ın güvendiği tabandan çıt çıkmadı. Bu gibi olaylar olmasaydı ve Meclis’te muhalefet için tahkikat komisyonları kurulmasaydı, 1960 hükümet darbesine gerekçe oluşmazdı.
Demirel ve Ecevit’in siyasete damga vurduğu dönemlerde, siyasi hatalar olmuş ve fakat daha az kavga olmuştur. Bu dönemlere ideolojik çatışmalar damga vurmuştur. Çiller-Yılmaz kavgası, Ecevit-Sezer kavgası, demokrasiyi ve toplumsal refahı engelleyecek kadar etkili olmuştur. Siyasette kavgaların tırmandığı her dönemde ya müdahale olmuş veya ekonomik kriz ortaya çıkmıştır. Birikimi, demokratik ve kültürel sermayesi olmayan siyasiler, kavgaya giriyor. Üniversitede kitabı olmayan ve fakat İngilizceyi iyi bilen bir akademisyen arkadaşımız vardı. Tartışmalarda etkili olamayacağını sezdiğinde hemen araya üç-beş İngilizce sözcük sıkıştırırdı. Siyasette de fikir olmayınca, ideoloji olmayınca, proje olmayınca, siyasetçi karşı lideri suçlayarak prim yapmaya çalışıyor. Siyasi liderler, kendilerini ifade için tek çıkar yol olarak kavga etmeyi seçiyorlar. Kavga ederek, arkalarındaki kitleleri canlı tutabiliyorlar. Bunların kavgaları yüzünden, arkalarındaki kitlelerin birbirlerine husumet duyması gibi ve olası sosyal istikrarsızlık sorunlarını düşünmüyorlar.
Sonuçta siyasette kavga, siyasetçi-halk arasında karşılıklı tırmanma ile ortaya çıkıyor. Siyasetçi kavga yapınca, halk da bu kavgada taraf oluyor. Halk ise maalesef proje üreten siyasetçiye değil, kavga eden siyasetçiye daha yakın duruyor. Medya da reyting için projeleri değil, kavgayı ön plana çıkarıyor. Yani bir kısır döngü oluşuyor. Neden böyle olduğuna verilecek tek cevap ise, “henüz yerleşmemiş, gelişmesini tamamlamamış bir demokrasiye sahip olmamız ve bu anlamda bir geçiş toplumu olmamız olabilir.” Bugün siyasi partiler ve liderleri arasında olan kavga, geçmiş dönemleri aratıyor. Başbakan ve diğer parti genel başkanları kavga dışında ve birbirini suçlama yapmadan adım atmıyorlar. Başbakan biraz daha ileri giderek, geçmiş yılların kavgasını da yapıyor. CHP’de İstanbul Büyükşehir aday adaylığı, bir tarafın suçlamasıyla başladı. Bu da parti içinde çok seslilik olarak yorumlanıyor. Oysa ki çok seslilik kavga sesi değil, düşünce, yaklaşım, çözüm ve proje üretme açısından gerekli olan bir yaklaşımdır. Karşı tarafı kötüleme ise bir demokrasi kültürü eksikliğidir.
Kötü para piyasadan iyi parayı kovar. Siyaset kavgacılara kalınca, kaliteli siyasetçi de dışarıda kalıyor.