Siyaset ping pong topu değildir!
Siyaset yapıyoruz diye değerlerle ping pong topu gibi oynayanlar gerçekte siyaset değil kavram yıkıcılığı yapmaktadır.
Yapılacak mahalli idare seçimleri siyaset tarihinde eşi benzeri görülmeyen ittifaklara, gaflara ve gelişmelere sahne olmaktadır.
Türkiye siyaseti, ilkelerini çiğneyen, kavramlarını dejenere eden, ideolojilerini donduran, ideallerini rehin veren, davasını tatile çıkaran pragmatizmi esas alan siyasi bir anlayışın egemen olduğu bir dönemi yaşıyor.
Sayın Bahçeli, Cumhur sisteminin yaşaması için Cumhur İttifakı'na ihtiyaç var. Dahası AKP ile MHP'nin kurduğu Cumhur İttifakı bir "beka" sorunudur, der.
Aradan kısa bir süre geçer devletin bekası gereği kayıtsız şartsız içinde dalınan Cumhur İttifakı'nda birden bekayı tatile çıkarır ve "yerel seçimde ittifak yok" der. Alkış alkış üstüne alır. Bu tavır Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "herkes kendi yoluna" restiyle karşılaşır.
Kısa bir süre sonra tekrar yerel seçimlerde de ittifak yapılacağını her iki tarafta açıklar. Tekrar alkış üstüne alkış alınır. Böylece ülkenin beka sorunu halledilmiş olur.
İttifak o kadar Bahçeli'yi kendinden geçirir ki McKinsey'yi savunmak da ona düşer ve şu tarihî cümleleri eder: "McKinsey IMF değil, Duyun-u Umumiye hiç değil. Sorsanız ne IMF'den anlarlar, ne de Duyun-u Umumiye'yi bilirler... Türkiye'ye yabancı yatırım çekilsin isteniyorsa bir denetim şirketiyle -McKinsey firmasıyla- anlaşmak niye yanlış olsun ki?"
Toplumsal tepki iktidara geri adım attırır ve McKinsey firmasıyla hükümetin yürüttüğü ilişkileri sona erdirir. Bu durum Bahçeli'ye birden bire McKinsey'nin Hareket Partisi'nin genel başkanı değil Milliyetçi Hareket Partisi'nin genel başkanı olduğunu hatırlatır.
Bahçeli de ne gaflar ne de elli yıllık partiyi AK Parti'ye ihale etme gayreti biter. Bu defa yerel seçimlerle ilgili altın vuruşunu yapıyor: "Milliyetçi Hareket Partisi, İstanbul dışında Ankara ve İzmir'de de aday göstermeyecektir. Bu üç büyükşehirde Adalet ve Kalkınma Partisi kimi aday gösterirse göstersin desteğimiz tam olacaktır" diyor.
Ticarette bir senedin üzerine miktarını ve tarihini yazmadan altına imza atmak ne ise Bahçeli'nin siyasetinde 'kimi aday gösterirse göstersin destekleyeceğiz' tavrı da odur.
TBMM Başkanı Binali Yıldırım, görevinden ayrılmadan aday olmasına ilişkin muhalefetten gelen eleştirilere, "Seçim bir siyasi faaliyet değildir, seçim aday olduğunuz işle ilgili vatandaşlara ne yapacaksınız, niye aday oldunuz bunu anlatmaktır" der.
Skandal sözleri eden kişi TBMM'nin başkanıdır. Anayasanın TBMM başkanlarının siyasi faaliyetlere katılamayacağı açık hükmüne karşın Bahçeli aynen: 'Binali Bey aday olursa başımızın üstünde yeri var. TBMM Başkanlığı'ndan istifa etmesine gerek yok. Seçildikten sonra istifa edebilir' türünden mucize (!) lafları ediyor.
Kraldan çok kralcılık buna deniyor.
TBMM Başkanı Yıldırım'ın, İstanbul Büyükşehir Belediye başkanlığı seçimine katıldığı için anayasanın 94. maddesi gereği istifa etmesi çağrılarına "Seçim bir siyasi faaliyet değildir" diye yanıt vermesi çok ciddi eleştirilere konu olmuştu.
Sonunda bu eleştirilere dayanamayan Yıldırım, "Partim müracaatı yaptığı zaman aynı anda Meclis Başkanlığı'ndan ayrıldığıma dair dilekçemi vermiş olacağım" diye açıklama yapmak zorunda kalmıştır.
Durumdan vazife çıkarma işi yine Sayın Bahçeli'ye düşüyor ve şu açıklamayı yapıyor: "TBMM Başkanı ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan adayı Yıldırım'ın istifa kararı erdemli bir davranıştır."
Böylece TBMM Başkanı Binali Yıldırım'ın Meclis Başkanlığından hem 'istifa etmesine gerek yoktur' hem de istifa etme kararını "erdemli davranış" olarak nitelemek siyasi bir deha (!) ürünü olarak siyaset literatüre girmiş oluyor.
Buna siyaset değil ahlaki olmayan oportünizm, pragmatizm, tutarsızlık ve çelişki denir.
Bu tavrın sonucu zafer de olsa ahlaken hiç mertebesindedir.