Sistem kime çalışıyor?
Allah sonumuzu hayır etsin. Türkiye iyiye doğru gitmiyor. İş başındaki hükümet de buna izin vermiyor. Halen daha yanlış ekonomi politikalarında ısrar ediyor.
Bakan Nebati''nin de itiraf ettiği gibi, "Bu sistemden üretici ve ihracatçı kâr ediyor, dar gelirliler hariç."
Bunun anlamı açıktır.
Çalışan kesimin alım gücü sürekli düşecektir. "Kur korumalı mevduat" hesapları birer kara delik olarak ekonominin dibini boşaltmaktadır.
Yansıması da çalışan ücretli kesimedir.
Bu sebeple 3600 ek gösterge bile kayıpları gidermeye yetmeyecek. Hâlihazırda kârlıymış gibi görünen çalışan kesim, aslında kendisine kayıp ettirilenlerin önemli bir kısmını geri almış olacak. Bundan üç beş sene önceki gelir ve alım gücüye asla kıyaslanamaz.
Niye?
Çünkü "Çarkların çalışanı ezdiği sistemde, hükümet''in yap-işlet-devret modelli garantili köprü ve otoyollara, kuru dengelemek için kur korumalı mevduat sistemine verilen Hazine garantileri yaklaşık 30 milyon çalışanın cebinden çıkıyor" da ondan.
Böylece nasıl bir sistem ortaya koymuş oluyorlar?
Çalışandan alıp zengine veren bir sistem.
İşte İktidarın ortaya çıkardığı acı tablo bu.
Bu tablo ortadayken 3600 ek gösterge ancak, çalışan kesimin kayıplarının bir kısmını öder. Geriye gene açık kalır. Kalır çünkü enflasyon devam ediyor. Hazinenin dibindeki delikler kapatılmıyor.
"Ekonomiyi düzelteceğiz" dediklerine bakmayın siz. Düzeltecek olan böyle yapmaz. Gerekirse radikal kararlar alır. Lakin bunlar alamaz.
Neden alamaz?
Seçim var.
////////////////////////
SİYASETTE YALAN VE ÖFKE
İktidarın Gezi eylemlerine bu kadar takılmasını bir türlü anlayamadım. Onu da bırakın, yalana sarılmasını hiç anlayamadım.
Galiba Gezi eylemlerini "Arap Baharı" gibi algılayıp korkmuşlar.
Bu davranış biçimleri başka türlü anlamlandırılamaz.
Dünyanın her yerinde toplu gösteriler oluyor.
Fransa''da "sarı yelekliler"in eylemleri Gezi''den daha yumuşak değil.
Kaldı ki Gezi eylemlerini biraz da iktidar sertleştirdi. Üç beş ağaç olayını birkaç demeçle sonlandırabilirlerdi.
Şimdi de "camileri yaktılar" diyorlar.
Siyaseti, dini kurum ve mekânlar üzerinden kamplaştırıp biçimlendirmeye çalışıyorlar.
Kim yaktı camiyi, hangi cami yakıldı?
Belli değil.
Lakin bu siyaset etme yöntemi sıkıntılı ve tehlikeli. Hani Kılıçdaroğlu, SADAT''a gidip "seçim güvenliği" ile ilgili açıklama yaptı ya. Şimdi gider birileri caminin birine Molotof atar ve gerçekten bir cami yanarsa, bunu da muhalefetin üstüne atarsa seçim güvenliği tehlikeye girer mi girmez mi?
Endişeliyim.
Bu sebepledir ki "seçim güvenliğinden" bizzat sorumlu olan iktidarın, siyaset üslubunu düzelterek ortamı germeyecek, demokrasi ve hukuk diliyle konuşması gerekir.
Öte yandan "Milletin diliyle konuştuk" söylemi, yeterli bir açıklama değildir. Her milletin hem argo dili ve hem de edebiyat dili vardır. Hatta milletlerin bir de destan dili vardır.
Türk Milletinin Hacı Bektaş, Yunus Emre, Ahmet Yesevi gibi bir de tasavvuf dili vardır.
Türk milleti, sırf argo konuşan, Tophane kabadayılarından ibaret bir toplum değildir.
"Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değildir" diyen Yunus''un dili varken, "gönüller yapmaya gelen" tasavvufun inceliği ortadayken, meydan okuyan destan dili dururken başka söze ne gerek var?
Gönüller yapsanız, demokrasiyi taçlandırsanız, hukuku yücelterek üstün kılsanız olmaz mı?
Siyaseti olağan çizgisine bekliyoruz.