Silivri, Erdoğan’ın Türkiye’si!

Dün bütün dünyanın gözleri Silivri’de yani Türkiye’de, Türkiye’nin Avrupa kıtasındaki toprakları üzerindeydi. Havada polis helikopterleri, mahkeme çatısına yerleştirilmiş keskin nişancılar, barikatlar, gaz bombaları! Ayakkabıları çıkartılana kadar aranan avukatlar, duruşma salonuna sokulmayan tutuklu yakınları ve daha neler, neler!
Bu salon, PKK ile mücadele eden Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ gibilerin PKK’nın en şedit katillerinden biri olan ve bu hali mahkemece tescillenmiş bulunan Şemdin Sakık gibi teröristlerin “gizli tanıklığı” ile “terör örgütü üyesi” olarak tutuklanıp yargılandığı bir salon. Bu salon, ABD’nin Irak’ı işgali için Meclis’te oylama yapılırken, “Meclis evet demezse memur maaşlarını bile ödeyemeyiz” diyerek tehditler savuran Erdoğan’a rağmen tavrını açıkça belirtmeyen TSK’nın işini bitirmek için evlerinin basılıp, bedenlerinin hücrelere tıkılma kararlarının verildiği bir salon.
Açık söylüyorum, iktidarı devirmek için planlar yapılmış olabilir. Daha başka şeyler de yapılmış olabilir. Amma bunların hiç biri yüz binlerce sayfalık suçlamalar karşısında otuz-kırk dakika savunma yapılarak hüküm vermenin gerekçesi olamaz. Suçlama istisna, savunma esastır. Suçlayan, suç belgelerini de bulmakla mükellefken Silivri sürecinde bunun tam aksi olmuş, suçlama esas, savunma teferruat haline getirilmiştir. Erdoğan kimi zaman, “Ben bu mahkemenin savcısıyım” kimi zaman “Avukatıyım” diyebilmiştir. Yani, mahkeme kelimenin tam anlamıyla bir “siyasi mahkeme”dir.
Aslında bugün tek kelime bile yazmak içimden gelmiyor. Amma sormadan da edemiyorum. Hükümeti devirmeye teşebbüs “idamla” yargılanmayı gerektiren bir suç ise “teşebbüs” olmaktan çıkıp “fiili olarak hayata geçmiş” vatan toprağını satmak, işte o, nedir o zaman?
İnsanların kan dökerek, nesiller tüketerek, şehitler üreterek “vatan” yaptığı toprağı cebine ABD doları koyan dünkü müstevlilere satmak nasıl suç olmaz? “Hırsızlık” ayıp, suç ve “günah” ise, bunun kanunla yapılması onun “suç, günah” ve “ayıp” olmaktan çıkıp “meşru ve güzel bir şey” ve hatta “sevap” olması mı demektir? Kötü bir şey, kanunla yapılınca iyi bir şey olur mu? Vatanı satanların savunması, “Ceplerine koyup götürecekler mi” oluyor ya, insan kahroluyor.
İstanbul’u işgal eden İngilizler, İtalyanlar İstanbul’u, Fransızlar Maraş’ı ceplerine koyup götürecekler miydi? Çanakkale’yi ceplerine koyup götürmek için mi Müslüman Türk’ün kan gölüne çevirdiler?
Bu sözü söyleyenler “Hak-Batıl” nedir bilmiyorlar mı? Muhtemelen bilmiyorlar. Bilselerdi Başbakan Erdoğan, Haçlı Seferleri için, “Bu bir kültür alışverişidir” der miydi? Ne kültür alışverişi, o gün Avrupa’da kültür mü vardı? Haçlı komutanlar bile okuma yazma bilmiyorlardı. Servet için geldiler. Meselâ Kudüs’te Müslümanları öylesine katlettiler ki, akan kanlar atlarının karınlarına kadar çıktı. Aynı şeyi yıllar sonra Bosna’da yaptılar. Irak’ta yaptılar, Afganistan’da yaptılar, hâlâ yapıyorlar ve o kişilerle birlikte hareket eden “Büyük Ortadoğu Projesi Eş Başkanı” olarak Sayın Erdoğan hiç bunları konuşmuyor, “Silivri” diyor, “Sandık” diyor, “Darbe” diyor.
Dün Silivri’de olup bitenlere bakarken aklımızdan bu düşünceler geçti. Avrupa herhalde bu görüntüler karşısında, “Böyle demokrasi mi olur” falan diyecektir amma, aslında o, içten içe sevinecek, “Bu milleti yine birbirine düşürmeyi başardık” diye kıs kıs gülecektir.
Çünkü o Avrupa aynı Avrupa.
Çünkü Erdoğan kabul etmese de o Haçlı aynı Haçlı.
Çünkü Papa o kanlı Haçlı Seferlerinin başlatıcısı papazları, hani Erdoğan’ın AB süreci için önünde imza attığı o papazları daha yeni “Aziz” ilân etti.
Bu ne demektir?
Bu, “Türklere, Müslümanlara karşı yaptığınız işler, doğru işlerdi. Cennetlik işlerdi. Sizi melek yapacak işlerdi. Bugün olsa ben de aynı şeyi yaparım” demekti.
Nitekim yapıyorlar da...
Söyleyecek çok şey var...
Amma duyacak vicdan olmadıktan sonra..

Yazarın Diğer Yazıları