Sıfır muhalefet!
Erdoğan, “Kaşının altında gözün var” diyen ister şahıs olsun ister tüzel kişi, saniye beklemeden devletin bütün imkânları ile karşı saldırıya geçiyor.
Bir kişi evinin balkonundan ayakkabı kutusu mu gösterdi, mahkeme kararı olmadan ev basılıyor, o kişi karakola getiriliyor, azarlanıyor, korkutuluyor ve para cezası ile cezalandırılıyor.
Bir sivil toplum kuruluşu, bir tüzel kişilik, “Biraz sâkin olsanız, öfkeniz piyasaları allak bullak ediyor” derse, ânında, “Vatan hainliği” damgasını yiyor. Yetmiyor, “Hangi yüzle bir talepte bulunacaksınız! Bir daha bizden bir şey istemeyiniz!” diye bütün kapılar yüzlerine kapatılıyor. Lehte yazan gazeteciler âbâd edilirken, aleyhte yazanlar, patronları tehdit edilerek işten attırılıyor.
Adı yolsuzluk ve usulsüzlüğe karışan hükümet üyeleri ve yakınları hakkında işlem yapan savcı ve polislerin analarından emdiği süt burunlarından getiriliyor, yerlerine, kendilerini aklayacaklarını düşündükleri başkaları getiriliyor, yeni gelenler de minareyi sığdıracak kılıf bulamazlarsa getirildikleri gibi gönderiliyorlar ve bu kasırga bir türlü son bulmuyor. Adalet Bakanları kendileri hakkında fezleke hazırlayan savcıları, müsteşarları vasıtasıyla tehdit ettiriyor, bu tehdit kâfi gelmezse telefona bizzat kendileri sarılıyor ve iş Adalet Bakanı hakkında da fezlekeler düzenlenmesi noktasına kadar varıyor.
Ülke öyle bir hal alıyor ki, polis ve savcıların hırsızları kovaladığı değil, “Aman bana bulaşmasın, başıma iş açmasın” diye polis ve savcının hırsızdan kaçtığı bir manzara ortaya çıkıyor.
TIR’lar Başbakan’a bağlı MİT refakatinde komşu ülkeye silah ve cephane taşıyor, bu silah ve cephanelerin El Kaide türü terör örgütlerinin eline geçtiği iddia ediliyor. İran gizli servisinin adamı Türkiye’nin kılcal damarlarına kadar nüfuz ediyor ve Sarraf denilen bu adamın ABD’nin Suudi Arabistan Büyükelçisi’ne suikast hazırlığının finansörü olduğu CIA tarafından kayıtlara geçiriliyor. MİT’in bu kişi hakkındaki uyarıları dikkate alınmıyor. Erdoğan, “Sarraf, hayırsever bir iş adamı” diye ona sahip çıkıyor. Lâkin kime ne hayır yapmış, bilen yok. Meselâ Afrika’da yoksulları mı doyurmuş, Suriye sığınmacılarına battaniye ve ilaç mı göndermiş?
Bütün bunlar İslâm’ı referans alan bir iktidar tarafından yapılınca da Sayın Erdoğan’ın yönettiği Türkiye’nin şöhreti sınırları aşıyor, yabancı gazeteler, “İslâmiyet yalnızca terör değil, yolsuzluk da üretiyor” diye haber ve yazılar döşenmeye başlıyor. Yani hatayı Erdoğan ve ekibi yapıyor, hesabı Türkiye ve İslâm dini ödüyor...
Ezcümle...
Sonra da tutuluyor, “Paralel devlet” hikâyeleri ile milletin gözü boyanmak isteniyor.
Bir hatayı örtmek için bin bir hata yapılıyor. Lâkin ortalık yandığı için dumanı gizlemek mümkün olmuyor. Dumanı gizlemek mümkün olmadığı için bu dumana “Duman değil. Arıyı sağmak için verdiğimiz tütsüdür” diyecek muhalefetsiz bir Türkiye oluşturulmaya çalışılıyor...
Olmuyor...
Asla da olmayacak...
“Özür dilerim!”
“Yazık, çok yazık” diyerek, “iyi bir şey” yapmak istedik amma ortaya “kötü bir netice” çıktı, bütün samimiyetimle kabul ediyorum.
Bu netice üzerine hüsnüzan ile “dervişane” uyarılar da aldık, “öfkeli ve tehdit dolu” satırlar da. Biz hepsini tek harfine kadar değerlendirdik.. Muhtevası bilgi dolu, emek mahsulü satırlardan da müstefit olduk.
En çok da şu dersi aldık.
Bu dünyada üç kelimenin hesabını “ölümlü insana” vermekte zorlanıyoruz. Yarın koca bir ömrün her saniyesinin hesabını her şeyi noksansız bilen Allah(c.c.)’a nasıl vereceğiz?
Telefon numarası yazan dostlar, hakkınızı helal edin çünkü telefonlara cevap veremiyorum
Bilenler biliyor. Doktor yasağı var. Sıkıntımızı teferruatı ile anlatıp bize bu hediyeyi veren Allah(c.c.)’ı şikâyet eder duruma düşerek sonsuz nîmet vericimize karşı nankörlük etmeyelim.