Sevr paranoyası
Avrupa Birlikçi-PKK yandaşı iki lobinin, Türkiye’nin içine sürüklendiği süreç karşısında endişesini dile getirenlere karşı kullandıkları kavramlardan birisi de “Sevr Paranoyasına” kapılanlardır. Paranoyanın sözlük anlamı, abartılı gurur, kuşku, güvensizlik, bencillikle belli olan bir ruh hastalığıdır. Anılan iki lobinin mensupları, 20 seneden buyana “Sevr paranoyasına kapılmakla suçladıkları” aydınları ve politikacıları, gereksiz yere, Türkiye’nin bölüneceği gibi bir endişeye kapılmakla suçlamışlardır.
Bu iki lobinin mensuplarının Sevr paranoyası ile mücadele ederken kullandıkları gerekçeler de benzer gerekçelerdir. Avrupa Birliği’ne girip de parçalanan ülke var mıdır? Ya da insan haklarını tanıdığı için hangi ülke parçalanmıştır. Daha fazla demokrasi sadece daha güçlü bir toplum yapısı oluşturur. Öte yandan Türkiye’nin içine sürüklendiği etnikleşme ve bölünme komplosu süreçlerini endişe ile karşılayan aydınlar haklı olarak bugüne, tarihin ışığı altında bakmaktadırlar.
1774, Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan buyana sürekli toprak kaybı ve küçülme süreci içinde yaşayan ve 1918’de nihayet bağımsızlığını ve hatta varlığını kaybetme tehlikesi ile karşılaşan bir milletin aydınlarının tarihten ders çıkarmadan yaşaması beklenmemelidir. Sevr Antlaşması, Batı’nın 1071-1918 arasında Türk milleti ile yaşadığı kesintisiz savaşın sonunda Türk milletini tarih sahnesinden silmek için dayattığı antlaşmadır. Türk milleti bu antlaşmayı yırtmıştır ancak tekrar gündeme gelebileceğini de unutmamıştır.
PKK terörünün Batı tarafından nasıl desteklendiğini gören aydınlar Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu’sunda yeni bir millet ve yeni bir devlet oluşturulmaya çalışıldığından bahisle “Sevr şartlarından” bahsetmişlerdir. Diyarbakır’da Öcalan’ın “demokratik özerklik” taslağı ortaya çıktığı zaman Türk milletinin ve onun aydınlarının ne kadar haklı olduğu meydana çıkmıştır. DTK adlı terör örgütü yan kuruluşu tarafından gündeme taşınan demokratik özerklik esasen Sevr Antlaşması’nın 62. ve 64. maddelerinde Türkiye’ye dayatılmaya çalışılan sonuç ile aynı siyasi projeyi gündeme getirmiştir.
PKK lobisinin “biz sadece insan hakları istiyoruz” diye Türk milletini yıllardan buyana uyutmaya çalışan mensupları şimdi Türk halkını, Öcalan’ın bu taleplerine alıştırmak için çeşitli yolları denemektedirler. Bu bir beyin fırtınası imiş, zaten toplantıda herkes tarafından kabul görmemiş, tartışmaya açılmış, gibi sözde gerekçelerle istekler yumuşatılarak, zamana yayılarak sindirilmeye çalışılmaktadır. Sözün özü, bu çevreler Türkiye’nin bölünmesi için çalışan emperyalizmin askerleridir. Bunların 1920’lerdeki Yunan işbirlikçileri ile hiçbir farkı yoktur.
Öte yandan “Sevr paranoyası” suçlamasını yaparak Türk aydınlarının endişeleri ile alay eden ve aydınlara “ruh hastası” muamelesi yapan AB lobisi mensuplarının ne kadar haksız olduğu, tarihin onları ne kadar yanılttığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. “AB’ye girip de parçalanan ülke mi var?” diye büyük bir özgüvenle soru soranlara şimdi “Evet, Belçika var. Diğerleri de yolda” dediğimizde verecek cevapları yoktur.
Üniter-milli devlet olan Türkiye Cumhuriyetini “gelecekte kalmış, demokratikleşmenin önünde engel” olarak gösteren bu bölücü çevreler bilmelidir ki, milli birlik ve milli kimliğin olmadığı ülkede demokratik kurumlar çalışmaz. Hatta insani dayanışma dahi ortadan kalkar. Dankward Rustow ise milli devlet ile demokrasi arasındaki ilişkiyi şöyle anlatmaktadır: “Demokrasi, arka planındaki bir tek şartla başlar. Milli birlik... Milli birlik, demokratikleşmenin diğer bütün evrelerinden önce gelmelidir.” Özetle, milli birliğin olmadığı yerlerde demokrasi bir fanteziden ibarettir.
J. Stuart Mill ise şöyle demektedir: “Birden fazla milletin barındığı bir ülkede hür müesseseleri yaşatmak hemen hemen imkansızdır. Aralarında dayanışma bulunmayan insanlar, özellikle de farklı dillerde okuyor ve konuşuyor ise işleyen temsil mekanizmaları için gerekli kamuoyu birliği sağlanamaz.”
2011’de AB ve PKK lobisi mensuplarının Türk milletine söylediği yalanların tamamen etkisizleşmesi dileği ile yeni yılınızı kutluyorum.