Serap, Aybüke ve Milli Takım!
En büyük amacı üniversiteyi kazanıp, ailesinin yüzünü güldürmekti. Güzel bir bölümü kazanacak, sonra da ülkesine faydalı olacaktı.
Özel aracı yoktu. Her gün taksiye binecek kadar da imkanı yoktu... O yüzden her zaman olduğu gibi dershane çıkışı otobüs durağının yolunu tuttu. Babasını da aradı; "Baba ben bindim, saat sekiz gibi durakta olurum."
Babası her zaman olduğu gibi durakta onu bekliyordu. Durakta kızını beklerken çevrede şüpheli hareketlerle dolaşan 5-6 kişiyi fark etti. Az sonra olacaklardan habersiz, beklemeye başladı...
Kızının otobüsü yanaşmaya başlamıştı. Yerinden kalkıp tam otobüse yönelecekti ki önce cam kırılma sesleri duydu, sonrasında ise ateşin sıcaklığını yüzünde hissetti. Ortalık mahşer yerine dönmüştü.
Otobüsün her yanını ateş sardı... Aklına Serap'ı geldi... "Hemen onu kurtarmalıyım" diye araca yönelirken, kapıların arasında alevler içinde bir çocuk düştü...
Her yanını ateşler sarmıştı, hızlı bir şekilde üzerindeki kıyafetleri çıkarıp, sallayarak kızını söndürmeye çalıştı. Çevreden yetişenler yangın tüpleriyle müdahale ettiler.
Yere düşen o çocuk, içinin güzelliği yüzüne vurmuş, daha 17'sinde Serap Eser'di. Babasının duraktaki tavırlarından şüphelendiği o PKK'lılar tarafından haince yakılmıştı. Serap acilen hastaneye kaldırıldı. O küçük bedeninin yüzde 35'i yanmıştı... Tedavinin zor olduğu ortadaydı, hayatta kalabilmesi için deri nakline ihtiyacı vardı. Annesi hiç düşünmeden "Benden alın" dedi. Anneden alınan deri Serap'a nakledildi. "Yılbaşına kadar buradan çıkacağım" diye umut doluydu Serap... Ancak yanıklar öylesine derindi ki vücudu daha fazla dayanamadı.
8 Kasım'da ağır yaralı olarak girdiği hastanede 28 gün sonra hayatını kaybetti.
Hainler Serap'ı aramızdan almasa şimdi 25 yaşında, üniversiteden mezun bir genç kız olacaktı...
***
Aybüke, Serap'ın acısını belki de yaşayan, duyan, içinde hissedenlerden biriydi... Serap yaşasa kendisinden 3 yaş büyük olacaktı... Belki de aynı mesleği yapacaklardı. Çok istediği öğretmenliği kazandığında, ailesiyle sevinçten havalara uçmuşlardı.
Üniversiteden başarıyla mezun olur olmaz, KPSS mağduru olmadan ilk tercihinde atanmıştı. Atama yeri Batman'dı... Ailede tek bir endişe, tek bir acaba yoktu... Türkiye'nin her karışı vatan toprağıdır, nerede olursa, devlet nerede görev verirse orada çalışırız düşüncesiyle yetiştirilmişti. O yüzden bir dakika bile düşünmeden sosyal medya hesabından "Öğretmen oldum ben" diye sevincini paylaşmıştı.
İlk karne gününde öğrencileriyle kucaklaşmış, karnelerini vermiş, sevinç içerisinde okulundan ayrılmıştı.
Hayatında daha önce görmediği, duymadığı sağır edici bir sesle tam kalbine giren kurşunla can vermişti. Aybüke Öğretmen 22 yaşında şehit düşüyordu, tıpkı görevi başında şehit edilen Neşe Alten, Nesrin Ünügör, Dilay Kerman ve daha nice öğretmenlerimiz gibi...
***
Cenaze töreninde tüm Türkiye Aybüke öğretmene ağlarken babası Sadık Yalçın belki hiçbir babaya nasip olmayacak bir vakurla haykırıyordu "Türkler, 5 bin yıldır bu topraklarda. 5 bin yıl değil, 500 bin yıl daha buradayız Allah'ın izniyle. Kimse bizleri yıldıramaz. Bu vatan tarihte Türk'tü bugün de Türk, yarın da Türk... Türk kalmaya da devam edecek. Ne mutlu Türk'üm diyene"
Bu sözleri söyleyenler çok değil birkaç sene önce "terörü azdıranlar" olarak nitelendiriliyor, "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözleri dağlardan, şehir girişlerinden kaldırılıyordu.
İşte Aybüke'yi gencecik yaşında "Orası vatan toprağıdır, orada sana ihtiyacı olan çocuklar var, git" diyerek gönderen babadır bu ülkeyi ayakta tutan.
***
Eğitim için yıllarca okuyan ve kendisinden sonrasını eğitmek isteyen idealist öğretmenlerin "ırkçı bir terör örgütü" tarafından katledildiği bir coğrafyadayız.
Bir tarafta Seraplar, Aybükeler, Neşe Altenler, Songüller bu vatan, bu ülke için toprağa düşerken, öte tarafta ise herkesin el üstünde tuttuğu, gazete manşetlerinden düşmeyen futbolcuların konuşulduğu bir ülkedeyiz.
Bir taraf terörün kurşunları altında karnını doyurabilmek için 3 bin lira alırken, bir diğeri özel uçaklarla gittiği, en lüks otellerde kaldığı millî bir görev için 2 milyon TL'ye yakın prim talep eder.
Türkiye ise 2 gün sonra şehit öğretmenini unutur, döner-dolaşır yine futbolcuları konuşur.
İşte bu aymazlık, bu değer bilmezlik, bu köhnemiş sözde kültürdür bizi çürüten. Günden güne, içten içe...