Şemdinli’den günümüze, kehanetler-gerçekler
Referandum kampanyaları “evlere şenlik”, daha doğrusu “düşman başına”. Vatandaşın aydınlatılması ve ülke meselelerinin düzgünce tartışılmasından mahrumuz. Yöneticilerimizin, ciddiyet, dürüstlük, güvenilirlik ve ülkemizin bütünlüğü açısından, siyaset kantarındaki kilolarını yeniden görünce, bir daha endişelendik ve üzüldük.
Başbakan Erdoğan ve AKP sözcülerinin ısrarla, MHP, CHP, BDP, İmralı ve YARSAV aynı saftadır. Çünkü bunlar demokratikleşmeyi istemiyorlar demelerine gülelim mi, ağlayalım mı biz de bilemiyoruz.
Referandumda MHP, CHP ve YARSAV’ın görüşü belli. Diyorlar ki; bağımsız yargıyı, hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi daha da kötüleştirecek olan bu değişiklikler kabul edilemez. Bu parti devletine gidiş demektir. Erdoğan’ın söylediği gibi; “Açılım” için yapılıyor. Sonra sıra daha önemli maddelere gelecektir. Demek ki, daha bağımsız yargı ve demokrasi için değil.
Teröristbaşı ve BDP’nin Anayasa değişikliğiyle ilgisi yok. Bölücülerin 5 şartı var. Bunlar: Kürt kimliğinin Anayasa ile kabulü, demokratik özerklik, Türk kimliği yerine vatandaşlık kimliğinin getirilmesi, Kürtçenin eğitim dili olması, seçim barajının düşürülmesi gibi devletin kuruluş esaslarına aykırı talepler pakette yer almadığı için boykot ediyorlar. TMK’nın kaldırılmasını, taş atan çocukların salıverilmesini, (bu oldu) KCK tutuklularının serbest bırakılmasını da istiyorlar. (AKP ile BDP pazarlıkları sürüyor. Anlaşılırsa, PKK’nın evet demesi bekleniyor. Tıpkı AB’nin de, kendi temel ilkelerini çiğneme pahasına evet kampanyasına katılması, bilemediğimiz taahhütlere dayalı beklentisinde olduğu gibi.)
Şimdi dürüstçe soralım, bu iki gerekçe aynı mıdır ve aynı safta olmayı mı gösteriyor? Veya işin içinde bir iş mi var?
Çok önemli olan bu konuya biraz daha yakından bakalım.
3 Mart 2006’da ortaya bir Şemdinli İddianamesi çıktı. Adeta son yıllarda yaşananları o günden ifşa eden, önceden belli olan bir programdan alınıyormuş gibi kehanette bulunan bir belge. Osmanlı’dan başlayarak Cumhuriyet dönemini de içine alıp günümüze kadar gelen, etnik/ırkçı bir manifesto gibi. Mesela; “Osmanlı’dan Cumhuriyete miras kalan ve Cumhuriyetin ilanında da kabul edilerek devam ettirilen modernlik projesi, Kürt milliyetçiliğinin ve siyasal İslâm’ın devletin temel yaklaşımlarına hakim olmasını, temel tehdit unsurları olarak belirlemiştir. Bugün kimi çevrelere göre siyasetin gizli ajandası bu iki temel tehdidi içermektedir.” (s.95).
Yine, “Yüzyıllardır akrabalık ilişkileri içerisinde harmanlanan Suriye-İran-Irak’taki yapıların büyük ölçüde Doğu-Güneydoğu ile benzerlik taşıdığı ve etkileşim içerisinde” olduğu belirtilerek, “Çözümün, buraları da içine alacak bütüncül projeler üretmeksizin mümkün olamayacağı” vurgulanıyor.
“Bölgede kimlikler üzerine açıktan ve gizli gerçekleştirilen operasyonlar vatandaşlarımızda, devlete ve siyasi iktidara güvensizlik duygusu ortaya çıkarmaktadır.” ( s.96) (İddianamenin Başbakanlıkta yazıldığı iddiasını da hatırlayalım.)
Dehşet verici değil mi? Bölücü terör ihanetinde bugün gelinen noktaya bakınca; Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde, “Kürt milliyetçiliği” ve “Siyasal İslâm’ın devletin temel yaklaşımlarına hakim olmasını, temel tehdit olarak belirlemesindeki” isabet ve haklılık, bölgenin 4 ülkesinin bölünmesiyle kurulacak “Büyük Kürdistan” ın BOP’a uygunluğu, operasyonlar bölücü teröre değil de kimliklere karşı yapılıyor iftirası gibi hususlar, önümüzdeki gerçeği bütün açıklığıyla göstermeye yetiyor.
Siyasi iktidarın gizli ajandasının, bu tablonun neresinde olduğunu sormamız gerekiyor?
Bakmaya devam edelim.
Barzani’nin “gevşek konfederalizm”, iktidarın “Irak’taki mezhep çatışmaları önünde tampon bölge, Kürt kardeşlerimizin Batı’ya açılan penceresi olma” siyaseti,eski danışman yeni Bakan Ahmet Davutoğlu’nun, “sınır sorunlarını aşmak için, sınırı aşan karşılıklı ekonomik bağımlılıklar” projesi, bir de Erdoğan’ın BOP’da Diyarbakır bölgenin yıldızı olacak ifşaatı ve “Kürt sorununu sahiplenmesi” ile yakın kurmaylarından Mazlum-Der’li Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan’ın,“En doğru çözüm Türkiye-Barzani ittifakı” mesajı, birbiriyle örtüşerek önümüze “Büyük Kürdistan” tablosunu çıkarmıyor mu?
Şimdi yerler belli oldu mu? O halde referandumda hayır diyeceğiz.