Sektörel ağalık düzeni
Bölge halkının etinden, sütünden, iliğinden, kemiğinden faydalananlar sadece “siyaset
ve terör ağaları” değil... Aşiret, din ve toprak ağalarının zulüm rejimini yok sayabilir miyiz?
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Ramazan bayramının ikinci gününde Nusaybin’de bulunan Sınırtepe Karakolu’na yaptığı ziyarette“açılım”a muhtaç olan esas “sorun”u işaret etti: “Temel sorunlardan birisi de halkımızı siyaset ağalarından, terör ağalarından kurtarılmasıdır.”
Bayramı tatil yaparak geçirmelerine alışık olduğumuz siyasiler, Başbuğ’un tespitine tepki verirken “olağandışı” bir ataklık gösterdiler. Kıyak emeklilik ve vekil maaşlarına yapılması planlanan zamları saymazsak uzun zamandır ilk defa, yüce meclisin sıralarına oturan vekiller parti ayrımı olmaksızın, bir konu üzerinde yek vücut hareket etme kabiliyeti gösterdiler. Nerede o kameralara uyuklarken, ellerini göbeğinin üzerinde kavuşturmuş, çenesi gıdısına gömülmüş halde yakalanan vekiller, nerede şimdi 112 Hızır Acil Servis ambulansının şoförüyle yarışabilecek hızla “ağaların kırılan kalplerine” ilk müdahaleye koşan çevikler.
“Bazı ağaları tenzih edelim” kıvranmaları bile ‘pabucun pahalı’ olduğunu göstermeye yetiyor ya, madem konu böylesi “hayati” önemde, o zaman Başbuğ’un “bam teli”ne şöyle bir dokunduğu sazı alalım ve zaten ezberimizde olan nakaratın diğer notalarına da basalım. Ki eğer varsa “yırttık” diyerek elini ovuşturan “öteki ağalar”ın da paçaları tutuşsun.
Başbuğ’un siyaset ve terör ile sınırlandırdığı ağalık düzeni sektörel gelişim gösterdi. Bölge insanı yıllar boyunca, “Kürtçülüğü” ticari, siyasi, ideolojik hatta dini rant aracına dönüştürenlerin “marabası” muamelesi gördü.
Uzun yıllar Güneydoğu’daki sosyal yapıyı yakından inceleyen ve toplumsal değişimi gözlemleyen Yeniçağ Genel Yayın Yönetmeni Hayri Köklü, katıldığı Ceviz Kabuğu programında sorunu etnik temele çekmeye çalışanlara karşı çıkarak, sorunun “4A” diye özetlediği “Toprak ağalığı, aşiret ağalığı, tarikat ağalığı ve terör ağalığı”na dayandığını vurgulamıştı.
Başbuğ’un, ağalık müessesenin “insana temas eden” iki kolunun adını andığını farz edersek, üzerinde durduğu iki ayağın yani “din” ve “toprak” faktörlerinin ve bir nevi sistemin DNA’sını oluşturan “aşiretler”in de toplumsal hafızaya kaydını sağlamak zorundayız.
Finans kaynağı uyuşturucu
Genelkurmay Başkanı’nın atıfta bulunduğu ‘terör ağaları’ sınır bölgelerindeki küçük çaplı “kaçakçılık” faaliyetleri bir yana, uluslararası uyuşturucu ve silah ticaretinin de profesyonel taşeronu durumundalar. PKK’nın en büyük finans kaynağını, bu küresel tezgahın bekçiliği karşılığında kendisine verilen bahşişler oluşturuyor. Dolayısıyla mevcut dünya haritasının peyzaj mimarı gibi çalışan uyuşturucu baronları ve silah tacirlerinin “kazanmaya” devam etmesi, terörün ve bölgedeki örgüt kontrollü kaosun devamına bağlı.
DTP’nin tekelinde değil
Tahminim o ki Başbuğ “siyaset ağaları” derken DTP’lileri kastediyor. Öyle değilse bile kamuoyunda yaygın algılamanın bu yönde olacağı muhakkak. Oysa Türk siyasi hayatının bölgesel dinamosu haline gelmiş/getirilmiş bu sektör tek başına DTP’ye bırakılamayacak kadar değerli. Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Rüstem Erkan 2002 yılında, “sosyal değişim” üzerine çalışan bir yardımcı doçent olarak, bu değeri ortaya koyan bir liste yayımladı. Listede ortaya koydukları ne sırdı, ne de karanlıkta kalmış, erişilmez bilgiler. Rüstem’in yaptığı gözlerimizin önündekini mercek altına almaktı. İşte dönemin siyasi partilerinin, 3 Kasım 2002’de aralarında ‘tercih’ yapmamız için önümüze koyduğu aday listelerinden bazı isimler:
Anavatan Partisi (ANAP): Eyüp Cenap Gürpınar (Şeyh), Seyit Eyüpoğlu (Şıhanlıoğlu aşireti), Mehmet Ekinci (Seydan aşireti), Şerif Bedirhanoğlu (Burukan aşireti), Abdülkadir Seyitoğlu (Şeyh), Nusret Öner (Dıri aşireti), Ataullah Hamidi (Şeyh), İrfan Arslan (Goran aşireti), Haluk Kaya (Hisar aşireti), Fevzi Sevgili (Şeyh), Süleyman Çelebi (Çelebi aşireti), Abdurrahman Abay (Kıçan aşireti), Haşim Haşimi (Şeyh)
Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP): Zülfükar İzol (İzol aşireti), Nuri Dağdağa (Bekiran aşireti), Ahmet İnal (Badıka aşireti), Mehmet Ali Suçin (Alikan aşireti), A.Veli Seyda (Şeyh), Mehmet Beşir Hamidi (Şeyh), Selahattin Dağ (Dağ aşireti)
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP): Turun Tüysüz (Kalender aşireti), Ahmet Öncel (Badıllı aşireti), Ahmet Kıran (Kejan aşireti), Mehmet Kartal (Burukan aşireti), Necmi Yağızer (Burukan aşireti), Esat Canan (Dostki aşireti), Abdulhalik Özdinç (Gıravi aşireti), M.Nezir Nasıroğlu (Sinika aşireti), Cemil Taşkın (Sıpertiyan aşireti), Sait Doğan (Hıdırsor aşireti)
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP): Mahmut Özyavuz (Cumeyli aşireti), Fudayıl Yüksel (Melkişo aşireti), Adil Gökçe (Mamkuran aşireti)
Doğru Yol Partisi (DYP): Sedat Edip Bucak (Bucak aşireti), Uğur Esat Akgül (Mersavi aşireti), Encet Akıl (Karakeçi aşireti), Paşa Kurşunluoğlu (Buruki aşireti), İskender Ertuş (Ertuşi aşireti), İsmet Beyhan (Mamkuran aşireti), Hakkı Töre (Beg aşireti), Faris Özdemir (Raman aşireti), Hüseyin Yaşar (Şerro aşireti), Kamil Atak (Tayan aşireti), Kazım Babat (Guyan aşireti), M.Salim Ensarioğlu (Ensarioğlu aşireti)
Saadet Partisi (SP): İsmail Yazmacı (Kuran aşireti), Ahmet Kırvar (Kırvar aşireti), Sait Badıllı (Badıllı aşireti), Abdulhaluk Mutlu (Şeyh), Hüseyin Mutlu (Şeyh), Hüsamettin Korkutata (Şeyh), Abdullah Gökçe (Mamkuran aşireti)
Demokratik Sol Parti (DSP): Nevzat Çelik (Şigo aşireti), Mehmet Çelik (Şigo aşireti)
Yeni Türkiye Partisi (YTP): Evliya Parlak (Pinyaniş aşireti), Cihan Güven (Meman aşireti)
Demokratik Halk Partisi (DEHAP): Ahmet Türk (Türk aşireti)
Bağımsızlar: Sabahattin Cevheri (Şeyhanlı aşireti), Mustafa Zeydan (Pinyaniş aşireti), Naim Geylani (Şeyh), Faruk Septioğlu (Şeyh)
Bu liste içeriğinde bazı önemli verileri barındırıyor.
Birincisi sektörel ağalık düzeninin, siyaset kolunun da kendi içinde çeşitlendiğini görüyoruz. CHP gibi “laik”lik vurgusuna önem veren siyasi partiler şeyhleri liste dışı bırakırken, “liberal muhafazakar” gibi temelden çelişkili siyasal anlayışın temsilcileri, ağaların dini nüfusunu kullanmaya azami özen göstermişler.
Listeden çıkan diğer veri de sistemin hem siyasi partilerin hem de ağaların temsilini garantiye almaya olanak sağlıyor olması. Öyle ki bir siyasi parti farklı illerde farklı değerleri temsil eden aşiretlerle işbirliğine girebildiği gibi, bir aşiret de aynı seçimde birden çok siyasi partiden aday çıkararak her koşulda Meclis’e girebiliyor.
Bu bağlamda Erkan’ın ilişkinin “çıkar” odaklı olduğuna işaret eden “Meclis’teki bir milletvekilini transfer etmek ile aşiret reisini transfer etmek aynı şeydir. Aşiretlerin siyasal tercihi önemli değildir” tespiti daha anlamlı hale geliyor. Çünkü “Aşiret reisi milletvekili olduğunda, aşiret üyelerinin iş bulma, ihale alma, kredi alma imkanlarının artacağı düşünülüyor.”
Yeni tercih din temelli
Bölgeye dair yeni gözlemlerini öğrenmek üzere aradığımız Erkan son dönemde, AKP ve DTP’nin oylarındaki artış ile CHP’nin bölgedeki oy oranının ülke ortalamasının çok altına düşmüş olmasının, bir başka davranış biçimini daha ortaya çıkardığını söylüyor. Buna göre “feodal üretim ilişkileri” ve “aşiret” etkisine ek olarak “şeyhlik” üzerinden din temelli yeni bir tercih şekilleniyor.
Yeni dediğimize bakmayın. “Din”in ağalık düzeninin, egemenlik araçlarından biri olarak kullanılmasının tarihi epey eski. Din ağalarının egemenliklerini koruyabilmek için “Kürt” kimliğini bir soruna dönüştürmek ve isyana teşvik etmek konusundaki çabalarının bilinen en sembolik örneği, Cumhuriyet rejimine karşı Şeyh Sait öncülüğünde girişilen ayaklanma.
Bölge halkının uyduruk tarikatlar, mollalar, şeyhler, şıhlar ile sürüklendiği karanlığın, günlük siyasi hesaplarla görmezden geline geline nasıl bir tehdite dönüştüğünü kavramak için İmralı’daki caninin “İslamiyet en iyi feodalizm ihracatçısıdır” sözü üzerinde düşünmek faydalı olacaktır.
Köylüyü köleleştirdiler
Bölgenin en önemli zenginliği sayılan toprak ironik biçimde halkın fakirleşmesinin de sebebi oldu. Yavuz Sultan Selim döneminde aşiret ağaları arasında pay edilen arazilerle ilgili olarak, Cumhuriyet döneminde, özellikle 1950’li yıllardan itibaren çıkarılan bütün teşvik yasaları da, paralel anlayışla toprak ağalarını ihyaya dönüktü. Sistem köylüyü bir çift sabandan, tırmıktan, çapadan farksız biçimde “üretimin aracı” haline dönüştürdü. Toprak odaklı olan ve bölgenin “umudu” görülen GAP projesi dahi, ağa toprağının verimini arttıracak biçimde düzenlendi.
Sorunun etnik olduğunu savunan Taha Akyol’a cevaben yazdığımız “Böyle cehalet tahsille olur” başlıklı yazıda, Lord Kinross’un 1951’deki gezi notlarından oluşan Kutsal Anadolu Toprakları kitabından şu alıntıya yer vermiştik: “Büyük toprak sahipleri burada hâlâ iş yapmakta, buradaki insanlar Anadolu platolarındaki yurttaşları kadar bağımsız değildir.”
Bağımsız emir gibiler
İsmet İnönü’nün 1924 tarihli Kürt raporunda “Bölgede yaptırılan okulların, yolların ve demiryollarının ağaların isteği üzerine yıkıldığını, söküldüğünü, hatta hastahanelerin dahi doktorlarının tehdit ve taciz edildiğini” belirtilmesi manidar.
Yukarıda saydığımız bütün sektörlere ağa ve maraba yetiştiren, insanı ‘bedeni, emeği, duygusu, düşüncesi, hayalleri, özgürlüğü ve bütün diğer hakları’ ile sahip olunan bir ‘mal’ olarak konumlandıran aşiret düzeni “ben dün duydum” diyerek sorumluluğundan kaçamayacağımız kadar parçası olmuş siyasi, ekonomik, kültürel ve sosyal tarihimizin.
Ziya Gökalp “Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler” adıyla derlenen çalışmasında da yer alan ve 1909’da Peyman’da yayımlanan “Ziraat ve zeamet” adlı makalesinde şu tespitleri yapıyor: “Vatanı köy yahut aşiretten ibaret zannettiği için askerlikten kaçar, kanunun yazılmış olduğu lisanın bir kelimesini anlamadığı için, mahkemenin celblerine, davetlerine icabet etmez, şeri zekatı molla ve şeyhlere tamamen verdiği için aşardan, ağnamdan çalmayı haklı bir hareket zanneder. Köylü bu arzularına kolay yoldan erişmek için bir hamiye muhtaçtır. İşte köy sahiplerini, mahalli tabirle köy ağasını yetiştiren, köylülerin bu ihtiyacıdır. Köy ağası bir bağımsız emir gibi hüküm sürer. Hem ziraatten hem zeametten kazandıkları için debdebeli bir hayat yaşarlar. Vilayete yeni gelen memurlar işin aslını bilmedikleri için bunları şerefli eşraf zannederler, ziyafetlerine tereddütsüz olarak giderler. Bu leziz ziyafetlerin süslü tuzak olduğunu pek geç anlarlar, fakat heyhat iş işten geçmiş bulunur.”
1800’lerden itibaren karşılaştığımız Kürt ayaklanmalarıyla yaşanmış birer tecrübe olarak, 1900’lerin başında da sosyolojik, bilimsel bir tespit olarak karşımıza çıkan “ağalık” müessesesi bugün hâlâ sorunun kaynağı ise bunda bölgede “biat”a dayanmayan yeni bir toplum modeli inşa etmek yerine, mevcut düzeni faydaya çevirmeye çalışan, iyi aşiret-kötü aşiret, yararlı ağa-zararlı ağa gibi tercihlerle ağalık sisteminin parçası haline gelmiş, devamına katkıda bulunmuş askerin de, siyasetçinin de payı olduğunu ortaya koymanın günüdür.
Her “Bin dönüm toprağım, elli bin de oyum var” diyenin, kendisinde devleti yöneteceklerle pazarlık yapma gücü ve cüreti bulabildiği bir ortamda hangi devlet politikasının uygulanabilir olma şansı olabilir?
“4A” formülü
Esasen, Hayri Köklü’nün bir Cevizkabuğu programında DTP’li muhatabına söylediği gibi, Güneydoğu’daki seçimlerde 4A formülü geçerlidir:
Toprak ağalığı, aşiret ağalığı, tarikat ağalığı ve terör ağalığı!
Vatandaş, baskı sonucu, kendi hür iradesine göre değil, bu ağaların istediği kişi veya partilere oy veriyor!
DTP sözcüleri, bu durumdan şikayet edeceğine, “Niye bağımsız adayları da seçmen pusulasına dahil ettiniz, bunu bana karşı yaptınız, biz de çok sayıda bağımsız aday göstererek seçmen pusulalarını bastırılamaz hale getiririz ama bunu yapmayacağız” gibi sözler sarf ediyor!
* Arslan Bulut / Yeniçağ (17 Mayıs 2007)
MİNİ YORUM
Ders kitapları
Her eğitim-öğretim yılı başında bir hafta tartışılıp sonra rafa kaldırılmak üzere yaratılmış tartışma başlığımıza dair karalamazsak olmaz. Ders kitapları ve müfredatlarındaki değişiklikler yine birkaç gün kafamızı kurcalayacak, sonra da çocuklarımızın bizim kafamızı kurcalayan gel-git bilgilerle yetişmesine göz yumacağız. Son bomba, Öcalan’ın yakalanışının ders kitaplarından çıkarılması olayı. Ne denebilir; Öcalan’ı idealleri ile yaşatıp, bu elim olayı unutturmak istiyorlar demek ki...