Seçmenin sabrı, CHP'nin sonu!..
Dünyada herhalde hiçbir parti tabanı yoktur ki, peşinden gittiği siyaset anlayışına bu kadar sabırlı davransın...
Ve dünyada hiçbir siyasi parti yoktur ki, aynı iktidara karşı 10'dan fazla seçim kaybetmesine rağmen halen yerinde durabilsin...
Ve üçüncü açıdan vurgulamak gerekir ki, dünyanın yüzde 80'inde iktidarlar değişmişken; sağ iktidarlar sola, soldakiler sağa, muhafazakâr yönetimler bile sosyalistlerin eline geçmişken, Türkiye gibi 85 milyonluk bir ülkede iktidar 21 yıl boyunca hiç değişemesin!!!
Dikkat çektiğimiz bu üç noktayı yan yana getirdiğimizde; Türkiye'de sadece AKP'nin niçin halen iktidarda olduğu değil, muhalefetin 12 seçim boyunca nasıl başarısız olduğunun da derinlemesine sorgulanması gerekiyor...
Ne tuhaf değil mi, Türkiye'de siyaset, yaşamın içerisinde her an değişen kurallara bile kangrenleşmiş şekilde direnebiliyor!..
Yeryüzünde kuruyan su kaynakları yeniden coşuyor, yok edilen doğada ormanların yerine yenileri çıkıyor ama, Türkiye'de muhalefet ve siyaset dengesi bir türlü değişmiyor!..
Bu kadar başarı ve karşısındaki müzmin başarısızlığın gerekçeleri sorgulandığında ise akıllara bu işin içerisinde bir "kasıt" olduğu biçiminde vahim kuşkular da geliyor!..
Erdoğan bile geçmişte, "Allah böyle muhalefeti başımızdan eksik etmesin" imasında bulunduğuna göre, bu kapsamdaki sorular akılları karıştırıyor;
"Yoksa bu ülkede iktidar bilinçli olarak muhalefeti, muhalefet de bir acziyet içerisinde sürekli iktidarı mı ayakta tutuyor?.."
Peki, bu vahim gidişat nereye gidiyor?..
HEZİMET, GAFLET, ŞAİBE!..
Konu CHP'nin özellikle 2010'daki lider değişiminden sonraki başarısızlıkları olunca tüm gerçekler; siyaset, örgüt ve "takım tutar gibi parti tutan"ların yarattığı üçgende "gaflet dalalet ve ihanet" içinde çırpınıp duruyor?..
İşte AKP seçimleri her kazandığında ana muhalefeti yönetenler başlarını kuma gömdüler, (Altıok'un anlamını bile bilmezken) sosyal medya sayfalarına Atatürk fotoğraflarını koyup Kemalist geçinenler de sadece gidişattaki vahameti sorgulamaktan kaçınmadılar, aynı zamanda özeleştiri isteyen bilinçli çevreleri de, "CHP'yi eleştirirseniz AKP gitmez" şeklindeki zavallıca bir teraneyle sindirmeye çalıştılar...
Yani "Kol kırılır, yen içinde kalır" şeklindeki o perdeleyici yaklaşım, son 12 yılda CHP'yi defalarca kilitlerken, partinin önünün açılmasını isteyenlere karşı zavallıca bir savunma olmaktan da ileri gitmedi...
Velhasıl; Kılıçdaroğlu "1930'ların CHP'si değiliz" dediğinde susanlar da suçludur, Atatürk'e kefere diyenlerle Gazi'yi katliamcılıkla suçlayan Truvalara sessiz kalanlar da...
Partinin sürüklendiği erozyonda, CHP yönetimi kadar "ulusalcılar bagajda yük" diyenleri alkışlayanlar da suçludur, partiye bölücülerin- gericilerin hatta FETÖ'cülerin sızmasına göz yumanlar da...
Dahası da var; Ataşehir Belediyesi yolsuzlukla, Kadıköy Belediyesi rüşvetle, Bakırköy Belediyesi kumarla sarsılırken, "bunları AKP'liler de yapıyor" gibi utanç bir savunmayla başlarını kuma gömenler de CHP'nin giderek tükenmesinin asıl suçlularındandır...
AKP'nin iktidara geldiği 2002'den itibaren Deniz Baykal'ın yüzde 25 bandında tuttuğu bir partinin, Kılıçdaroğlu'nun göreve geldiği 2010'dan itibaren bir adım ileri gitmeyişini sorgulamayanları ise anımsatmaya gerek bile yok...
İMAMOĞLU, TEPKİ, "BARAJ!.."
Peki; CHP'de belediye başkanlarından eski milletvekillerine, örgütlerden (parti televizyonlarından nemalanan gazeteci kılıklılara kadar) bir kesim, nasıl oldu da 12 yıl sonra uyanarak CHP yönetimini eleştirmeye başladılar?..
Çünkü Kılıçdaroğlu'nun göreve başladığı 2010'dan sonra AKP ilk kez iktidardan düşme çizgisine gelmiş, toplumda bir umut belirmişti...
Ancak CHP yönetiminin kendi il başkanlarını bir tarafa atarak, eski AKP'lileri vekil listelerine doldurması, tepki çeken Alevilik ve "türbana özgürlük" çıkışları HDP desteğinin travmaları, PKK'nın kışkırtıcı açıklamaları ve tabii ki Altıok'tan uzaklaşılmasıyla Atatürkçülerin tasfiye edilmesi de umutları yerle bir eden ağır handikaplar oldu...
İşte hezimetlerin sonu gelmeyince, "Kol kırılır yen içinde kalır" diyenlerin bir bölümü de nihayet uyandı, "Düşmanımın düşmanı dostumdur" şeklindeki stratejinin ne kadar teslimiyetçi olduğunu anlayanlar da...
İşte Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan ısrarla Kılıçdaroğlu'nu istifaya çağırırken, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da sesini yükseltti ve
"Değişim; kurul, heyet değişimiyle olmaz... Toplumun istediği değişime kulağını kapatarak olmaz" diyerek, CHP yönetimine uyarı yaptı, tabanda dalgalanma yarattı, gündemi iyice sarstı...
Partiden tasfiye edilen, aralarında Yılmaz Ateş'in de bulunduğu muhalif çevreler de dün yayımladıkları bildiride, "Yenilginin faturasını genel başkan ödemelidir" diyerek partinin kurultayda kurtarılması çağrısı yaptılar...
Peki; tüm bu tepkiler MYK'yı değiştirerek tabanın gazını almaya çalışan Kılıçdaroğlu'nun koltuğunu sarsar mı?..
CHP içinde adeta dernekleşen delege yapısı değişmediği sürece, Kılıçdaroğlu'nu ilk kurultayda koltuğunu sarsmak pek olası görünmüyor...
CHP'de gidişatın sonu ne olur derseniz; işte 14 Mayıs'taki hezimet 2024'ün Mart'ında yapılacak yerel seçimlerde de tekrarlanırsa, parti birçok belediyeyi kaybeder ve (daha önce de olduğu gibi) CHP baraj altına doğru sürüklenir...
Kılıçdaroğlu ve çoğu (6 dönemdir kadrolu milletvekili olan) kurmayları da, 2002'den bu yana ısrarla ve sabırla partinin arkasında duran milyonlarca seçmenin yüzüne bakamaz hale gelir...
Bakalım AKP karşısında 12 seçim kaybetmenin hezimet olduğunu anlamayanlar, (salt AKP gitsin diye) ana muhalefetin arkasında duran milyonlarca insanın sabrının tükendiğini anlayacaklar mı?..