Şarkıcı bahane, zapturapt şahane!!!
Türkiye''yi Orta Doğu bataklığına çekme stratejisi çok eskilere dayanır...
Çünkü bağnazlığın ve cehaletin dipsiz bir kuyuya döndüğü Orta Doğu''da, Türkiye gibi laik bir rejimin ayakta durması emperyalizmin hiçbir zaman işine gelmedi...
Arap coğrafyasındaki kukla yöneticileri iş birlikçilik için kullanmayı gelenek haline getiren yabancı siyaset, Atatürk gibi bir dehanın sağlam temeller üzerine kurduğu laik rejimin, son 50 yılda sınırlarımızda dayatılan böl-parçala-yönet stratejisini engelleyeceğini de biliyordu...
Yeraltı zenginlikleri nedeniyle sürekli hedef tahtasında duran Orta Doğu''daki keşmekeş, Irak-İran savaşından bu yana giderek büyütülürken, Türkiye (direkt hedef alınmasa da) çevresinde bir kan ve kaos çemberi oluşturularak sosyal, siyasal ve ekonomik alanda darbelenmek istendi...
1980''lere gelindiğinde ne ilginç ki, bölücü-gerici terör aynı zamanda devreye sokuldu!!!
Hizbullah''ın lideri Hüseyin Velioğlu ile PKK''nın lideri Abdullah Öcalan aynı dönemde piyasaya çıktı...
Ve Türkiye''nin geri kalmış bölgeleri, (şeyhlik-tarikatçılık-cemaatçilik) örgütlenmesinin en yaygın olduğu Doğu ve Güneydoğu''da terörün fitili yakılırken, şiddet ve zapturapt sarmalının 2020''lere kadar gelmesi de elbette planlanmıştı...
BAĞNAZLIK, TERÖR, BASKI...
1980''lerde; bir yandan devleti bölmek, bir yandan da dinci devlet yaratmak çabaları sırasında vatan ve millet PKK terörü ile kaos çemberine alınırken, diğer taraftan da doğu bölgesindeki gerici taban kullanılarak şeriat çığlıkları atan örgütler ortaya çıkarıldı...
Siyasi cinayetlere karışan İslami Hareket ortadan kaybolunca, adına Hizbullah denilen bir dinci yapı (İlimciler-Menzilciler gibi farklı fraksiyonlarla) piyasaya sürüldü ve toplumu zapturapt altına alma operasyonu iyice yoğunlaştırılmış oldu...
Tekel bayileri kundaklandı, içkili restoranlar hedef alındı, başı açık kadınlar baskı altında tutuldu, laik kesimler saldırıya uğradı...
Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy ve Ahmet Taner Kışlalı gibi aydınların katledilmesi de toplumu sindirmeye yönelik sinsi eylemlerdi...
Aynı dönemlerde Diyarbakır''ın ortasındaki liselerde etekleri kısa diye genç kızların bacağına jilet ya da kezzap atıldı ve bir süre sonra dinci örgütlerin toplumu kuşatma operasyonu tüm ülkede korku saçmaya başladı...
Bizzat Millî Görüş örgütlenmesinin baskısıyla türban bahane edilerek üniversitelerde ya da sivil toplum örgütleri arasında başlatılan huzursuzluklar tesettürü bir süre sonra devletin en stratejik kurumlarına sokarken, topluma da Türkiye''nin bir süre sonra İran olacağı şeklinde sinsi mesajlar verilmek istendi...
İşte bu dönemde tarikat ve cemaatler (en çok da Fethullahçılar) devlete sızdı, hatta sisteme darbe yapacak hale ulaştı... 1980''den 2016''ya kadar geçen süreçte bir yandan terör örgütleri, tarikat ve cemaatler ve diğer taraftan da AKP''nin Anayasa''nın değişmez maddelerini (özellikle de laikliği hedef alan çıkışları), Atatürk''ün adının meydanlardan, stadyumlardan silinmesi, Tevhid-i Tedrisat''ta laik eğitimi benimseyen maddelerin çıkarılması ve iktidarın bir gecede 5 bin okulu imam hatibe dönüştürmesi de Türk toplumunun İran benzeri bir karanlığın içerisine çekilmesi stratejisinin parçasıydı...
2023''E GİDERKEN TEHLİKE...
Velhasıl, Orta Doğu''yu 30 yıl öncesinden itibaren kaosa sürükleyen "Yeşil Kuşak" projesiyle Türkiye''yi sarmaya çalışan emperyalist tuzağın faaliyetleri hiç durmazken, AKP iktidarında toplumu zapturapt altına alma operasyonu da hız kesmedi...
İşte kendini şeyh, imam, hocaefendi vs. diye pazarlayanlar, "namaz kılmayan öldürülür" diyerek toplumu tehdit ederken, devlet ne yazık ki seyretti...
Hatta daha öncesinde, tarikat-cemaat yurtlarında, erkek çocuklarına yönelik zincirleme tecavüz eylemlerinin üzerine bile gidilmedi...
AKP''li vekillerin "Bakara-makara" şeklinde alaycı pervasızlığına bile göz yumulan bir dönemde; tarikat ve cemaatlerin din dışı hurafelerini eleştirenler ise sosyal medya ve bürokrasi üzerinden baskı altına alındı, bu sırada hukuk bile ağır yaralandı...
Evet; hiç kimse toplumun hiçbir kesimini aşağılayamaz, suçlayamaz...
Ancak hiç karşılaşmadığım, hiçbir şarkısını dinlemediğim Gülşen adlı bir sanatçının alaycı sözlerini (kendisine göre esprisini) -sanki kutsal bir mekana ya da kişiye yönelik saldırıymış gibi- algılamak ürkütücü...
İşte internet üzerinden başlatılan yargısız infazın tutuklanmaya dönüşmesinin sebebini anlamak için de, yazının başında yansıttığımız karanlık manzarayı irdelemek lazım...
Velhasıl; Gülşen olayı da, gazeteciler, yazarlar, televizyoncular, sanatçılar üzerinde yoğunlaşan baskıyla tutuklamalar yetmezmiş gibi, konser yasakları ve sosyal yaşama yönelik kırmızı çizgiler de toplumu zapturapt altına alma operasyonunun giderek sertleşeceğinin işareti...
Toplumun yaşam biçiminin, demokratik çıkışlarının ve eleştiri haklarının bile kuşatma altına alındığı bir Türkiye, 2023''teki seçimin sonucuyla nereye sürüklenir acaba?.. İşte asıl mesele...