Rakipler için yaşasın ölüm!
Geleceği yönetmeye kendisini adamışların ilk yapacağı şey kendisiyle olan kavgayı kazanmaktır. Kişinin rakibine değil, kendi egosuna ya da nefsine yenilmesi trajedilerin en büyüğüdür. İktidarların tarihi bunun hazin örnekleriyle doludur.
Kendisinden başkasına hayat hakkı tanımayan bir kişilikti Sadrazam Deli Abdullah Paşa, şöyle demişti: "iktidar yalnız bir kişiyi alabilen bir minare ucuna benzer; benim gibi oraya çıkmış biri her geleni aşağıya atmak pahasına da olsa kimseyi yanına çıkartmamalıdır. Demek ki peşinden minareye çıkmaya çalışanlara karşı insafsız olacaksın."
Sonuçta kendi başını kendi hırsı yüzünden kaybetti.
Gücü denetle!
Eric Hoffer, iktidarın yıkıcı etkisine karşı şunları önerir; "Bireysel özgürlüğü güçlendirmek için kullanılan her aracın, gücün mutlaklığını ortadan kaldırmayı temel amaç edinmesi gerekir. Gücün mutlaklığına zarar vermenin yolu, bireyin güçlenerek güç sahiplerinin karşısına çıkmasını sağlamak değil, gücü yaygınlaştırıp çeşitlendirerek hergüç birimini veya kategorisini diğerleriyle karşı karşıya getirmektir. Güç tek elde olduğunda, yenilgiye uğramış birey, ne kadar güçlü ve maharetli olursa olsun, kendine sığınak ve dayanak temin edemez."
Kuvvetlerin ayrılığı ile başarılmaya çalışılan da budur. Toplum, geçici bir süre kendisini yönetmek amacıyla hükmetme yetkisi verdiği iktidara karşı, kuvvetlerin ayrılığı sayesinde kendisini güvende hisseder.
Kılıcı kınına nasıl ki başka bir kılıçla sokturmak mümkünse; iktidarı sınırlandıracak tek unsur da ondan daha büyük gücü denetleyebilecek bir iktidar olabilir. Zira Villiam Pitt, "Elinin altında sınırsız mekanik güç bulunduran insan, eğer kontrol edilmezse kendini tanrı gibi hissedebilir" der. İktidarın daha doğrusu gücü kullananların zamanla bozulması ve çürümesi doğaldır.
Denetlemeyen iktidar yırtıcı hayvandan daha tehlikelidir!
Rakipler için yaşasın ölüm!
İktidar hırsı, can korkusu, kamuoyu baskısı ve tarihe kayıt düşmek adına hukuk yerine şeytana (iktidara) teslimiyet söz konusu olabilir. İşte tarihin en meşhurlarından bu tür davranışlara birkaç örnek: Robespierre, iki yıl önce istişare toplantısında ölüm cezasına karşı mücadele etmiş ve savaşı cinayetlerin en büyüğü diye nitelendirmişti. Sonra binlerce insanı giyotinden geçirdi.
Danton, cinayet mahkemelerinin kurucusu olduğu halde, iç dünyasının bütün şaşkınlığıyla ve büyük bir ümitsizlikle: "başkalarının başını giyotine göndermektense kendi başımı giyotine uzatayım" diye haykırmıştı.
Gazetesinde yayınladığı yazıyla üç bin kişinin kellesini isteyen Marat bile giyotine sırası gelenlerin her birini teker teker kurtarma çarelerini arar. İleride kana susamış canavarlar diye anlatılacak bu gibiler, ceset kokusuyla başları dönen, gözü kanlı katillerin hepsi, adam öldürmenin her biçiminden nefret ederler, içten içe. Aslında hepsinin de istediği, politikrakiplerini idam tehdidiyle dizginlemektir....
Demoulins, Girondistler'in yargılanmasını öfkeyle ister de, mahkeme salonunda kendisinin yargıç önüne çıkarttığı kişilerden yirmi ikisi için ölüm hükmü verildiğini duyunca sapsarı olur, büyük bir şaşkınlıkla ve titreyerek salondan kaçar, hayır ben böyle istemedim, diye!
Bir din adamıdır Martin Lüther, O,"yönetime karşı direnen, Tanrının düzenlediğine karşı gelmiş olur. Karşı gelenler yargılanır" der.
Aklını yitirmemiş hiç kimse kandan hoşlanmaz ama yine de kan dökmek zorunda kaldığını söyler. Mahkemelerin ön yargı ile hüküm vermesi veya adalet için cellat olması da böyle bir şeydir.
Fransız ihtilalinin adaleti(!), Bolşevik ihtilalinin yargısız infazı ya da Yassıada yargıları (!) hukuk cinayetlerini farklı yöntemlerle işlemişlerdir.
Sonuçta tarih monarkların, Sezarların, diktatörlerin mezarlığı olduğu kadar, onların iktidarlarının da mezarlığıdır. Bütün bu gerçeklere rağmen iktidar hırsı Türkiye'yi, insanlığı ve doğayı kirleten en temel olgular arasında yer almaya devam etmektedir!