"Partili" ordu ve yargı sizi nereye götürür?
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ordunun durumuna ilişkin rahatsız edici duyumlar aldığını söyledi.
Gazeteci Murat Yetkin'in internet sitesine konuşan Kılıçdaroğlu, "TSK'nın partileştirilmesi" endişelerini hatırlatarak komuta kademesine AKP'li isimlerin akrabalarının ve tanıdıklarının atandığını iddia etti.
***
Orduda bile partizanlık yapıldığı iddialarının yanında yargı içinde de garip olaylar yaşanıyor. Genç bir kadın hâkim, yandaki mahkemeye sanık olarak gelmiş bir aktörle fotoğraf çektiriyor, yine hâkimliği taşıyamadığını gösteren çekimler yaparak sosyal medyada paylaşıyor!
Daha da vahimi, Atabeyler davası kapsamında halen yargılanan yüzbaşı Murat Eren'in, bir an önce hakkında karar verilmesini talep etmesi üzerine hâkim, hüküm vermiş gibi "Seni zaten geri almazlar" diyerek "ihsası rey"de bulunmuş oluyor!
Üstelik "gizlilik kararı" veriyor; Eren'i gözaltına aldıran FETÖ'cü hâkimlerin meslekten atıldığını gösteren belgeyi alıyor, incelemeden dosyaya koyuyor ve duruşmayı erteliyor...
Bu tutum hâkimin reddini gerektirir. Nitekim Eren'in avukatı öyle yapıyor.
Türkiye'de parlamento, fiilen etkisiz bırakılıyor; İngiltere'de ise parlamentoyu beş hafta askıya alma kararı veren Başbakan'a yüksek mahkeme "dur" diyor ve kararın hukuk dışı olduğuna hükmediyor.
Yasama, yürütme ve yargı alarm veriyor. Medya deseniz, çoktan partileşti...
***
AKP iktidarı, bütün devlet kurumlarını önce FETÖ'ye; FETÖ'yü tasfiye etmeye çalışırken de başka cemaatlere verdi. FETÖ'den boşalan hâkim-savcı kadrolarına, cemaat mensupları veya AKP'de il veya ilçe başkanlığı yapmakta olan avukatlar atandı. Oysa bir kişinin hâkim veya savcı olarak atanabilmesi için varsa siyasetle ilgisini en az iki yıl önce kesmiş olması şartı vardı. Şimdi, böyle hassas yasa maddeleri rafa kaldırıldı.
Cumhuriyet kurulurken kapatılan tekke ve zaviyeler ise AKP döneminde devlet oldu… Devletle iş yapmak için tek kriter var; AKP'den referans sahibi olmak!
***
Osmanlı devletinin çöküş sebeplerinden biri de devlet kurumlarının bu şekilde tarumar edilmesi, ehliyet ve liyakata önem verilmemesi idi.
Öyle ki Kâtip Çelebi, 17'nci yüzyıldaki Osmanlı medreselerini şöyle anlatmıştı:
"Öğrenme ve öğretme hususunda ilim kurumlarında büyük karışıklıklar baş gösterip, talebe, ders kitaplarından ancak bir-iki faslı yalan yanlış okumakla yetinip gayretlerini bir an evvel mevkii kapmaya sarf ederek ilim ve irfanın seviyesi düşmüştür."
Yine dönemin sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa, Kanuni'nin gündeme aldığı, İkinci Selim'in başlatılması için emir verdiği, Don Nehri ile Volga nehrini birleştirerek Karadeniz ile Hazar denizini birbirine bağlayacak 950 kilometrelik kanal projesinin başına, bu işlerden hiç anlamayan askerlikle de bir ilişkisi olmayan maliyeci Kasım Bey'i getirmişti.
Kâtip Çelebi, bu durumu belirttikten sonra "Kıssadan hisse budur ki, küçük adamla büyük işe mübaşeret caiz değildir. Maslahatın münasib ser-kârı gerek. Zikrolunan hususa bir padişah varıp zamanıyla mübaşeret etse, ancak uhdesinden gelebilir ve bu çeşit işler sahib-himmet padişah işidir, vüzera ve serdarlar kârı değildir." diye yazmıştı.
"Mübaşeret", bir işi araya başkasının fiili girmeksizin bizzat yapmak demektir.
Kanal başarılamadı ve Türkiye ile Türkistan'ın bağlantısı kesildi.
Böylece, Türkiye, kendisini büyük yapan asıl kaynağından mahrum kaldı. Don-Volga kanalı, Ruslar tarafından 383 yıl sonra, 1952'de açıldı ama artık Demirperde vardı. Demirperde kalktıktan sonra da Türkiye, bağımsız Türk Cumhuriyetleri'nin ortaya çıkmasına hazırlıksız yakalandı!
Şimdi ise sadece partizanlık değil, devletin ele geçirilmesi veya çökertilmesi söz konusu…