Özhaseki ve izin alarak konuşmak
Ankara gibi bir başkente belediye başkanı olmak üzere iktidar partisinden aday olan Özhaseki, muhatabıyla Cumhurbaşkanı "izin verirse" ancak tartışabileceğini söylüyor. Aynen şu cümleyi kuruyor "Tayyip Bey izin verirse, Mansur Yavaş'la bir televizyon programına çıkmak, tartışmak isterim."
Özhaseki daha önce de mensubu olduğu parti açılım süreci başlattığı zaman PKK'lı teröristlere "gerilla" demiş ve bu sürecin sonucunda kentleri hendeklerle dolduranları bir anlamda desteklemiş olmuştu.
Seçim çalışmaları sırasında Özhaseki'den çok parlak bir cümlesi de şöyle gelmişti: "Bilgimiz var birikimimiz var, hazırlıklarımızı da yaptık, daraldığımız yerde sırtımızı yaslayacağımız bir ağa var, o ağayı da siz biliyorsunuz, Recep Tayyip Erdoğan."
Sayın Özhaseki'nin olayları algılama biçimi ve tavrı "ağa-efendi", "izin alma-izin verme" esasına dayandığı görülüyor.
Dahası bu ifadeler Türkiye'de sırtını dayayacak bir ağa bulan, televizyona çıkmak için dahi ağadan izin alan bir sistemin olduğunu göstermektedir. Yine bu yüzden olacak Özhaseki'nin sokaklara asılan her resminin yanı başında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın resmi var.
Bu, devlet yönetimine talip olanların aşiret mantığıyla hareket ettiğini göstermektedir.
Soyadının başında "Öz" olmasına karşın özgünlük ve özgürlüğü olmayan bir tavrı Sayın Özhaseki sergiliyor. Bu yüzden olacak ÖZHASEKİ afişlerinin bazılarında "Öz" ekini kullanma gereği duyulmamış.
Ne de olsa orta yerde 'Ağa'nın yanlışı benim doğrumdan doğrudur' diyen bir anlayış var.
Şu veya bu nedenle ÖZ'ünden vaz geçebilen, son karar mercii kendisi olmayan, iradesi izne bağlı birisi vesayet altında demektir.
Siyasi yönden de reşit ve mümeyyiz değildir.
Herhalde Ankara seçmeni bu durumu dikkate alarak oyunu kullanacaktır!
Siyaset meslek değildir!
Siyaset bir idealizm sorunudur.
Dahası bir idealizm sorunu olduğu kadar bir heyecan, motivasyon, moral ve adanmışlık sorunudur da...
Siyaset gerçekleştirecek bir iddiası olan, ülke için kafasında taşıdığı bir rüyası olan, halka anlatacak bir hikâyesi olanların yapacağı bir iştir.
Anlatacak hikâyesi kalmamış, iddia ve idealini bitirmiş, her anlamda tatmin olmuş bireylerin topluma verecekleri fazla bir şey yok demektir.
Siyaset gençlik, heyecan, dinamizm, hırs, heves ve hareketlilik ister.
Belediye başkanlığında on yıldan fazla kalanlar iddialarını, heyecanlarını, heveslerini ve başarma isteklerini büyük ölçüde kaybediyorlar.
Normalde bir siyasetçi, belediye başkanı on yıllık döneminde doğrusu ve yanlışıyla yapacağını yapmış, söyleyeceğini söylemiş, edeceği kadar hizmeti zaten etmiştir.
Sözün özü on yıl içinde bir belediye başkanı ya da milletvekili ülkeye ya da beldeye vereceğini vermiş, yapacağını yapmıştır. Artık onun vereceği bir şey kalmamıştır.
Bir hizmetin hakkını vermiş, doyumunu elde etmiş, tatminini yaşamış, heyecanını duymuş bir başkan ya da milletvekilinin tekrar halkın karşısına çıkması için hiç bir neden olamaz.
Siyaset işi bir heyecan, arzu, rüya ve ideal işidir.
Belediye başkanlığı ya da milletvekilliği bir meslek değildir.
Tecrübeler belediye başkanlığını meslek olarak görenlerin önce sorun çözücü iken süreç içinde sorunun kendisi haline geldiklerini göstermektedir.
Her ne hikmetse yaşını başını almış, yapacağını yapmış, halk deyimiyle 'ununu elemiş, eleğini asmış' milletvekilleri ve belediye başkanları kendi istekleriyle bir kenara çekilmeyi bilemiyor.
Yılların yorgunluğu, yılgınlığı ve bıkkınlığı bu tür kişileri makamda bile olsalar işlevsiz kılıyor. Halkın sürekli yenilenen ve değişen beklentilerine eski uygulamalarla cevap vermek mümkün olmuyor. Bu durum Türkiye'yi, sürekli olarak kendi kendini tekrarlayan yöneticilerle baş başa bırakıyor.
Sözün özü; Siyaset "iktidar yorgunlarına", yerel yönetimler "metal yorgunlarına" bırakılamayacak kadar hayati olan süreçlerdir.