Özgürlük ve ekmek
Bir ülkeyi bir devletin işgal etmesiyle bir diktatörün işgal etmesi, insanların özgürlüğü açısından aynı kapıya çıkar... Yakın tarihte dünyanın yaşadığı Stalin rejimi ile Hitler rejimi arasında, özgürlüğün kaldırılması açısından hiçbir fark yoktur.
Bugün İran’ın içinde bulunduğu dini velayet sistemi de özgürlüklerin kısıtlanması açısından farklı değildir. İran’da resmi kurumlar teokratik yapıya uygun olarak, “dini rehber” etrafında oluşturulmuştur. Dini rehberin devlet üzerinde mutlak egemenliği vardır. Bu anlamda İran’da atanmışlar da seçilmişler üstünde mutlak hakimiyete sahiptir.
İnsanların özgür olmadığı düzenler er veya geç çökmek zorundadır. Bunun gerekçesini en veciz şekilde ABD üçüncü başkanı ve bağımsızlık bildirgesinin ilk taslağını kaleme alan Thomas Jefferson açıklamıştır; “Bize hayat veren Tanrı, özgürlüğü de verdi.”
Evet... Özgürlükler de yaşam kadar önemli olduğu için kısıtlanması insan doğasına aykırıdır.
Dahası da, özgürlük ve demokrasinin olduğu toplumlarda refah düzeyi daha yüksektir. Ne yaparsanız yapın, demokrasinin olmadığı bir ülkede serbest piyasa şartları da oluşmuyor. Yatırımlar için güvenli ortam olmuyor. Ekonomide etkinlik ve verimlilik düşük kalıyor. Öte yandan piyasayı başıboş bırakmak da yine sonuç vermiyor.
Demokrasilerde bireylerin yönetime katılması, iç dinamiklerin daha aktif olmasını sağlamakta ve sinerji yaratmaktadır. Mülkiyet haklarının demokratik sistem tarafından garanti altına alınması, yatırım risklerinin azalmasına ve teşebbüs ruhunun yeşermesine neden olmaktadır.
1985 yılında, Uluslararası Maliye Sempozyumu’na katılmak üzere Macaristan’a gitmiştik. O yıllarda Macaristan’da kolektif mülkiyet olmasına rağmen her ailenin yarım dönüme kadar özel toprak sahibi olmasına da izin veriliyordu. Kooperatife ait olan tarlalarda ekinlerin boyu bir karış iken, özel tarlalarda yarım metreydi.
İdeolojinin insan refahına hizmet etmesi için, önce demokratik karakterde olması gerekir. Aksi halde insanlığı fakirlikle eşitleyen sistemler ortaya çıkar. Dünyanın yaşadığı Marksist düzenlerde, hiçbir zaman demokrasi öncelikli bir amaç olmamıştır.
Bunun yanında, her şeyi piyasaya bırakmak da, monopolleşme, oligopol yapılar ve spekülasyonun hakim unsur olmasına ve kendi kendini yok eden bir rekabet düzeninin doğmasına yol açmıştır. Hatta daha da ileri gidilerek küreselleşmenin de katkısı ile siyasi oluşumları ve hükümetleri de spekülatif sermaye kontrol etmeye başlamıştır.
İdeolojide aşırı yaklaşım ve uygulamalar, demokrasiyi de ideoloji kalıbına sokmuştur. Bir anlamda özgürlüklerin kısıtlanmasıdır.
Sosyo-ekonomik sistemlerde devlete verilen yer ne olursa olsun, refah için önce devletin demokrasi ile yönetilmesi önemlidir. Aslında demokrasi, tüm vatandaşların, devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Bu çizgide demokratik bir toplumda, devlet-piyasa ilişkisi de, o toplumun refahını en çoklaştıracak optimal bir bileşimde olacaktır.
Sonuç olarak, demokrasi ve özgürlük insan yaşamında ekmek kadar önemlidir. Karın doyuracak ekmek olması için de demokrasi ve özgürlüğün olması gerekir.