Otoriter rejim yolsuzluğu artırır
ABD’de Özgürlükler Evi (Freeddom House) isimli kuruluş her yıl dünya ülkelerinde “siyasi haklar ve sivil özgürlükler” konusunda anket yapar ve dünya özgürlük haritasını çıkarır. Bu son raporda dünya özgürlükler haritasında 88 ülke özgür, 59 ülke yarı özgür ve 48 ülke de özgür olmayan ülke statüsünde yer aldı. Dünyada özgür ülke nüfusu 2.8 milyar, yarı özgür ülkeler nüfusu 1.8 milyar ve özgür olmayanlar nüfusu ise 2.5 milyardır.
Türkiye bu haritada yarı özgür ülke olarak yer alıyor.
2014 özgürlükler endeksi Türkiye raporu, ilk başta insan hakları savunucularının, gazete ve sendikacıların terör yasası kullanılarak hapsedildiğini vurguluyor. Suriye’de silahlı çatışmalara destek vermesi, güvenlik güçlerinin işkence ve öldürücü güç kullanması tenkit ediliyor.
Genel raporda ise Türkiye olumsuz noktada yer alıyor. İki yerde özel notlar var... Bunlardan birisi raporun girişindedir. Orada “Büyük siyasi nüfuzlu olan, Rusya, Ukrayna, Azerbaycan, Türkiye, Venezuela ve Endonezya’da demokratik haklar konusunda ciddi gerilemeler var.” deniliyor.
Raporun Avrupa kısmında ise, “Avrupa’da bir çok ülkede, yine çok sayıda göçmen akını karşısında milliyetçi duygular kabardı ve fakat bu ülkeler demokratik standartlar ve sivil özgürlükler için bu duruma saygı gösterdiler. Ancak Türkiye’nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul’da protestoları darbe olarak niteledi, bunlara ve medyada eleştirel seslere karşı bir kampanya başlattı, giderek otoriter eğilimler içine girdi” deniliyor.
İhtilallarda dahi Dünya Türkiye’de yaşanan demokrasi ve insan hakları ihlalleri üstünde bu kadar durmamıştı. Tersine bazı yorumlarda, terörün önlenmesi ve demokrasiyi getirmek için ihtilal, kaçınılmaz bir çözüm olarak görülüyordu. Bugün Türkiye’de insan hakları ihlalleri nedeniyle dünya kamuoyunun aldığı tavır herkesi utandıracak kadar ağırdır.
Siyaseti kilitleyen yolsuzluklar, demokrasinin sınırlanmasına yol açıyor ve demokrasinin sınırlanması da yolsuzlukları besliyor. Yani Türkiye’de otokratik rejim ve demokrasi birbirini besleyen bir kısır döngü oluşturdu.
Bugünkü otokratik yönetimin altyapısını yaratan uygulamalardan birisi, 1980 sonrası devlete bakış açısının değişmesidir.
Devlet bütçesinin halk adına Meclis tarafından denetlenmesi, devlette şeffaflık ve hesap verilebilirliğin olması, demokrasinin olmazsa olmazlarındandır. Demokrasilerde siyasi iktidarlar, devleti geçici olarak yönetmek üzere gelen emanetçilerdir.
Türkiye’de siyasi iktidarlar genel olarak dolaylı yollardan bütçeyi halkın denetiminden kaçırdı. Bütçe dışı fonlar oluşturuldu. Bütçeye aktarılmadan hazineye nakit hesabından harcamalar yapıldı. Geçen yıl olduğu gibi eksik Sayıştay raporları ile bütçe üzerinde Meclis’in ve dolayısıyla halkın denetimi engellendi.
Sonuçta siyasi liderler devleti kendi işletmeleri gibi gördü.
Demirel, bir kamu arsasının kanunsuz olarak bir medya sahibine verilmesi nedeniyle “Verdimse ben verdim” demişti... Rahmetli Özal “Benim memurum işini bilir” demişti. Bugün Erdoğan da cemaat için “Ne istediniz de vermedik” sözü ile devleti kendi işletmesi gibi gördüğünü daha net bir şekilde açıkladı.
Gelişmiş ülkelerde demokratik yollardan iktidara gelen siyasi partilerin devleti kullanması halk tarafından çok hızlı tepki görmektedir.
Yani halkın yolsuzluk algılaması yüksekti. Türkiye’de halkın yolsuzluk algısı düşüktür.
Uluslararası şeffaflık örgütünün 2012 raporuna göre Türkiye’nin yolsuzluk algısı endeksi 10 üzerinden 4,9’dur. Dünya ortalaması olarak 170 ülke arasında orta sıraların altındadır.
Gerçekte ise, yolsuzluklar halkın huzurundan, refahından götürüyor. Yoksulluğu artırıyor. Yolsuzluğa karşı kayıtsız kalan kendi kuyusunu kazmış oluyor.