Osmanlı Milletler Topluluğu

Politika, matematik kadar rasyonel bir alandır. Diğer bir ifade ile politika, amaç-araç ilişkisinin sağlıklı olarak kurulması gereken bir faaliyet düzlemidir. Eğer bir devletin amaç-araç ilişkisi arasında bir uçurum var ise o devlet önce komik durumu düşer sonra tehdit edilebilir hatta zarar görür. Örneğin Uganda Genelkurmay Başkanlığı’nın ABD’yi işgal planı hazırlaması komiktir. Çünkü elinde bu politik hedefi gerçekleştirecek araç yoktur. Uganda Genelkurmay Başkanının tarihin en büyük stratejisti olması dahi bu sonucu değiştiremez. Tarihin en büyük stratejistlerinden ve komutanlarından birisi olan Napoleon, Fransız milletini taşıyamayacağı hedeflere götürmek istemiş ve yenilmiştir.
Bugün Türk dış politikasında A. Davutoğlu’nun söylemi ile “Balkanlardan Orta Doğu ve Orta Asya’ya kadar uzanan alanda Türkiye’nin liderliğini kabul ettirtecek” politika olarak özetlenen girişime “Osmanlı Milletler Topluluğu” denilmektedir. Bu coğrafya 1990’larda Demirel tarafından Türk dış politikasında “Adriyatik’ten Çin Seddine Türk Dünyası” diye de tanımlanmıştır. Gazeteci Cengiz Çandar da 1990’larda “Yeni Osmanlıcılık”tan bu çerçevede bahsetmiştir. Davutoğlu bu söylemini Saraybosna’da Ekim 2009’da “Osmanlı Mirası ve Bugün Balkanlarda Yaşayan Müslüman Topluluklar” konulu konferansta açık bir şekilde ortaya koymuştur.
Diğer bir ifade ile bu coğrafyanın ilk farkına varan Davutoğlu değildir. Bahsedilen coğrafya, Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu olmak üzere dört jeopolitik alt sistemlerin coğrafyasıdır. Bu alt sistemler dünyanın en sorumlu alanlarını oluşturmaktadır. Ayrıca, Kafkasya, Orta Doğu ve kısmen Orta Asya, sahip oldukları enerji kaynakları yüzünden ABD, Çin, Rusya başta olmak üzere büyük güçlerin rekabet ve çatışma alanıdır.
Bu dört jeopolitik alt sisteme Türkiye’nin ilgi göstermesinin milli, tarihi, sosyolojik, kültürel ve ekonomik nedenleri vardır ve bu nedenler meşru nedenlerdir. Ancak, bu bölgeye ilgi göstermek ile bu bölgenin liderliğini üstlenmek iddiası ile ortaya çıkmak farklı şeylerdir. Dünya üretiminde ancak % 0.5’lik bir ekonomik güce sahip olan Türkiye’nin elindeki ekonomik güç ve bu gücün sağladığı araçlar böyle bir liderliği yapmasına izin vermemektedir.
Bölgesel güç, bölgesinde oyunun kurallarının ana çerçevesini belirleyen ülkedir. Ekonomik olarak bölgedeki ana pazardır. Bu pazar bölgedeki bütün diğer aktörleri kendi etrafında örgütlemiştir. Bu pazarda ona rağmen düzenlemeler yapılamaz. Askeri olarak en büyük güçtür. Bölgede ona rağmen askeri düzenleme yapılamaz. Kültürel olarak belirleyicidir. Bölgede örnek alınan ülkedir.
Türkiye’ye gelince; Türkiye’nin anılan bölgeler için ana pazar olduğunu söylemek mümkün değildir. Türk ekonomisi; yüksek TL faizi, sabit döviz kuru sistemi ile dünyada eşi görülmemiş yüksek reel faizlerle sıcak para girişi üzerine kuruludur. İhracatın ithalatı karşılama oranı % 60’dır. Büyük bir cari açık mevcuttur. Ve cari açığın milli gelire oranı ancak doların gerçek değeri düşük tutularak, düşük gösterilmektedir. Diğer bir ifade ile bugün dolar gerçek değerine ulaşsa veya ABD/AB gibi güçler Türkiye’ye sıcak para girişini engelleseler, Türk ekonomisi dağılmanın eşiğine gelecek kadar zayıf dengelere dayanmaktadır.
Türk Ordusu’nun, savaş kabiliyeti yüksek bir ordu olmasına rağmen bölgesel bir askeri gücün elinde nükleer silah olmadan ve bölgede başka ülkelerde nükleer silah varken bölgesel güç olması mümkün değildir. Ayrıca Türk Ordusu, anılan bölgeye yönelik askeri operasyonları durdurabilecek güçte de değildir. ABD’nin Irak’ı işgali veya Rusya’nın Gürcistan’a girişi bunun en somut göstergeleridir. Ayrıca sınırlarının hemen 15 kilometre ötesindeki PKK kamplarına tahammül etmek zorunda kalan bir Türkiye’nin, Balkanlar-Kafkaslar-Orta Doğu-Orta Asya’da liderlik iddiası gerçekçi değildir.
Teslimiyetçi bir öze sahip olan “komşularla sıfır sorun” politikası izleyen, Ege’de 12 mil konusunda taviz süreci içine giren, Kıbrıs’ta Annan Planı’nı kabul eden ve şimdi Kıbrıslı Rumların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne açtıkları davaları kazanmaları sonucunda Rumlara büyük tazminatlar ödeyen, Kerkük konusunda kırmızı çizgileri ortadan kaldıran ve hâlâ K. Irak’ta PKK’nın barınmasına izin veren, teröristlere lojistik destek sağlayan Barzani’yi “Ağabey” diye karşılayan bir dış politik çizginin, bölgesel lider olması mümkün değildir.
Davutoğlu’nun Saraybosna’da yaptığı “Osmanlıcılık” konuşmasından bir süre sonra Saraybosna’ya giden A. Gül, bölgede uyanan şüphe ve tepkileri yatıştırmak için Türkiye’nin temel amacının Balkan ülkelerinin AB üyesi olmasına destek vermek olduğunu açıklamıştır. 25 Aralık 2010’da gazetelerin dış politika muhabirleri ile bir söyleşi yapan A. Davutoğlu “Türkiye’nin Osmanlı Milletler Topluluğu” kurmak istediği şeklindeki açıklamaların Türkiye’nin komşuları ile ilişkilerini bozmak isteyenlerin psikolojik savaş operasyonu olduğunu açıklamış ve Türkiye’nin temel hedefinin AB üyeliği olduğunun altını çizmiştir. Ne diyelim?

Yazarın Diğer Yazıları