Orta gelir tuzağı (18 Nisan 2013)
TÜİK’in resmi rakamlarına göre Türkiye de işgücü 27 milyon 323 bin kişidir. İş aramayan işsizler de aslında işgücüne dahil olmalıdır. Bu takdirde Türkiye’de işgücü sayısı 29 milyon 576 bindir. Buna karşılık aşağıdaki tablo mevcuttur:
Fiili işsiz sayısı (resmi ve iş aramayan işsizler dahil): 5 milyon 143 bin
Asgari ücretle çalışanların sayısı: 5 milyon 150 bin
Kayıt dışı istihdam: 8 milyon 854 bin
Kayıt dışı istihdamın da 2 milyon 847 bini ücretsiz aile işçisidir. Kalanın büyük bölümü de asgari ücretle çalışıyor... Bu tablo karşısında Türkiye’de orta sınıfın kaldığı söylenebilir mi? Kaldı ki Türkiye, üretimde kullandığı ara malı ve ham maddenin yüzde 70’ini ithal ediyor. Üretim yapmayan bir toplumda orta sınıf kalır mı?
Türkiye’de fert başına ortalama gelir 10 bin 504 dolardır. Ancak dolar milyarderi sayısı da Japonya’dan çoktur. Aynı zamanda dünyanın hiçbir şehrinde İstanbul sokaklarında gördüğünüz kadar lüks araba göremezsiniz.
Bu şartlar altında, 10 bin 504 dolar ortalama yıllık gelirin halka yansıması söz konusu olmaz. Bu, şuna benzer: Bir köyde 100 kişi var ve ortalama fert başına gelir de 1000 liradır. Toplam gelir 100 bin liradır. Köye tek başına yıllık geliri 100 bin lira olan bir zengin geliyor. Köyde kağıt üstünde ortalama fert başına gelir 2000 liraya çıkıyor. Ancak köylünün cebine ilave bir gelir girmiyor.
Bunlar gelişmekte olan ülkelerin kâbusu olan orta gelir tuzağını yaşamakta olduğumuzu gösteriyor.
Orta gelir tuzağına, ekonomilerde iç dinamiklerin dinamizmini kaybetmesi olarak bakabiliriz. Ortalama fert başına gelir 10 bin dolar ile 16 bin dolar arasında iken, bazı ekonomilerde ortaya çıkan orta gelir tuzağı ile, büyümeyi hızlandıran kaynaklar dinamizmini ve dolayısıyla itici gücünü kaybederek hantallaşıyorlar.
Orta gelir düzeyine gelinceye kada , kırsal kesimden kente göç eden işgücü, sermaye yatırımlarından gelen yüksek kârlar, yeni teknolojiler büyümeyi hızlandıran kaynaklardır. Bu kaynaklar giderek tıkanıyor. Bu tıkanıklığı aşmak için, kurumsal reformlar yapmak, verimliliği artırmak, Ar-Ge’yi hızlandırarak eskiyen teknolojileri yenilemek, beşeri yatırımları artırmak gerekiyor.
Felipe, Abdon ve Kumar (2012) tarihli bu konudaki araştırmalarında, ülkemizin içerisinde bulunduğu orta gelir grubunun sürelerini ve büyüme hızlarını saptamışlar.
Düşük orta gelirli düzeyde kalma süresi Çin H. Cumhuriyeti’nde 17 yıl iken, Bulgaristan ve Türkiye’de 50 senenin üstünde görülmektedir. Türkiye düşük orta gelir düzeyine 1955’te ulaşmış ve ancak 50 yıl sonra, 2005’ten sonra yüksek orta gelir düzeyini yakalayabilmiştir. Türkiye’nin orta gelir bandı içindeki serüveni göreceli olarak en uzun süre almış olan üç ülkeden (Bulgaristan ve Kosta Rika ile birlikte) birisidir ve dolayısıyla orta gelir tuzağına sıkışmış tipik bir geç sanayileşen ülke görünümü sergilemektedir.
Burada çok acil bir soru gündeme gelmektedir; hangi Türkiye?
TÜRKONFED raporunda Türkiye gelir gruplarına göre üç bölgede değerlendirilmektedir: İstanbul, Ankara ve İzmir’in başını çektiği yüksek gelirli Türkiye’nin bölgesel geliri 376 milyar dolara ulaşmakta ve Norveç, İsviçre gibi Avrupa ekonomilerinden daha büyük bir gelir ile orta gelir tuzağından çıkışlarının göreceli olarak kolay olacağı görülmektedir. Bu bölge, Türkiye’nin idari, siyasi, ticari ve finansal güç merkezlerini barındırmakta ve geride kalan Türkiye ile olan bağlantıları da zayıflamaktadır.
Bunun dışında orta gelirde sıkışma tehlikesi yaşayan Türkiye ile, aslında orta gelir düzeyini yakalama şansı dahi bulunmayan yoksul bir diğer Türkiye gözlenmektedir. Yoksulluk tuzağında kalmış bulunan yoksul Türkiye’nin yaşamakta olduğu bu bölgelerde, sabit sermaye yatırımlarından yoksun; mevsimlik ve düşük vasıflı işgücüyle merkez kapitalizminin ilkel sömürüsüne ve sosyal dışlanmışlığa uğramış 27 ilimiz bulunmaktadır.
Bu sorunlar, siyasi iktidarın piyasayı tamamıyla başıboş bırakmasının, sıcak para odaklı günübirlik politikaları benimsemesinin kaçınılmaz kötü sonucudur.