Onların çözümü saldırı, bizimki taviz
Ermeni saldırılarıyla ilgili olarak bu ay içinde olup bitenleri hatırlayalım.
- 4 Mart 2010, ABD Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi, 1915’te yaşananları soykırım olarak nitelendiren karar tasarısını kabul etti.
- 4 Mart 2010, Erdoğan bu karara sert tepki göstererek, “Türk ulusunu işlemediği bir suçla itham eden bu tasarıyı kınıyoruz” dedi ve Washington Büyükelçimiz Namık Tan Ankara’ya çağırıldı.
- 6 Mart 2010, Erdoğan BBC ile mülakatında; “Biz elimizi uzatırken karşımızdaki elini yumruk haline getiriyorsa bizim yapacak bir şeyimiz olmaz” dedi. Erdoğan, Türkiye’de bulunan 170 bin Ermeni’nin 100 bininin Türk vatandaşı olmadığını belirterek, “Ama biz bunları şu anda idare ediyoruz. E ne yapacağım ben yarın, gerekirse hadi siz de memleketinize diyeceğim, bunu yapacağım” diye konuştu.
- 11 Mart 2010, 1915 olaylarına ilişkin “Ermeni soykırımı” iddialarını içeren öneri, İsveç Parlamentosu’nda kabul edildi. İsveç Başbakanı üzüntülerini bildirdi, ilişkilerin zarar görmemesini istedi.
- 11 Mart 2010, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye-İsveç Zirvesine yapacağı ziyaretin iptal edildiği, Stockholm Büyükelçisinin de istişareler için Ankara’ya çağrıldığı açıklandı.
- 16 Mart 2010, Hürriyet’ten Fatih Çekirge, Cumhurbaşkanı Gül ile yaptığı görüşmeyi şöyle özetliyor:
“ABD’den gelen sözde soykırım haberi Ermenistan’la yaptığımız protokolü ve ilişkileri nasıl etkiler? Gül çözüm sürecini anlatırken tam üç kez ‘Sessiz diplomasi’ ifadesi ve ‘Çözümde ısrarlı olacağız’ vurgusunu yapıyor.
Buradan da anlıyorum ki Türkiye, Ermenistan’la ve çözüme dahil olmak isteyen üçüncü ülkelerle sessiz diplomasiyi sürdürecek. Hem de ısrarlı sürdürecek.
(Yani Ermenistan ve ilgililerin bildiği, Türk Milletinden gizli diplomasi. Bir süre önce Protokoller İsviçre’de parafe edildiğinde, kardeş Azerbaycan telaşla,” bu doğru mu “ diye sormuş, bizimkiler ” böyle bir şey yok “ diyerek inkar etmişlerdi. Hatta Azerbaycan’ı Ermenilerin oyununa gelmekle suçlamışlardı. Ancak daha sonra, paraf işinin doğru olduğu anlaşılmıştı.)
- 19 Mart 2010, Erdoğan beyanım çarpıtıldı, ben ” kaçak “ Ermenilerden bahsettim, dedikten sonra ” Biz orada hoşgörümüzü anlatmak istedik “ diyerek sözlerini tevil etti.
- 25 Mart 2010, Türkiye’deki kaçak Ermeniler konusunda Hükümet önemli bir adım atmaya hazırlanıyor. Ermeni Cemaatine ait okullara gidemeyen kaçak Ermeni çocuklarının, eğitim sorunlarının giderilmesi için düğmeye basıldı. Türkiye Ermenileri Patrikliği Ruhani Meclis Başkanı Başepiskopos Aram Ateşyan, “Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, ‘Çocukların eğitimi için gerekli çalışmalar başlatılacak’sözünü verdi... Başbakan Erdoğan’ın, ‘kaçak Ermenilerin sınır dışı edilebileceği’yönündeki sözlerine getirdiği açıklamayı yeterli bulduklarını belirten Ateşyan, “İlk duyduğumuzda, çok üzülmüştük.” dedi.
- 26 Mart 2010, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın “Van-Akdamar Kilisesi’nde ayine vize” vermesiyle, dört yıl önce, 4 trilyona restore edilen Akdamar’da 95 yıl sonra çan sesleri duyulacak demektir. Sümela’da da ayin yapılacakmış. Ermeni cemaati büyük sevinç içinde. (Ermenistan 4 yıl önce, Akdamar’a büyük bir haç işareti konulması ve ibadete açılmasını istemişti de, o zaman reddedilmişti. Şimdi bunların gereği yapılıyor. Bir not daha düşelim. Akdamar 1914 Birinci Dünya Savaşında Ermeni teröristlerinin silah, cephane ve katliamın idare karargahı olarak kullanılmıştı.)
Erdoğan, “Akdamar Ortodoks Hıristiyan kilisesini kendi irademizle restore ettiğimiz halde, “sanki bir yerden emir almışız da yapmışız” gibi gösteriliyor. (Evet gerçekler yine milletten gizleniyor. Biliyoruz ki, 2004’ten itibaren AB raporlarında Akdamar’ın ve 37 büyük kilisenin restore edilmesi ısrarla isteniyor. Bu istek Akdamar kilisesiyle başlatıldı, diğerleriyle devam ediyor.)
Evet manzaramız böyle. Saldırılara karşı önce “sert” tepki gösteriliyor, sonra tam tersi yapılarak ağır tavizlerin kapısı açılıyor. Kaçak Ermenilerin çıkarılmasından başlayıp, bunların çocuklarına okuma hakkı tanınmasına, Akdamar’ın tarihi eser olmaktan çıkarılıp, ayin yapılan kiliseye dönüştürülmesine, yani eylemle özür ve tavize geçiyoruz.
Gül’ün “sessiz diplomasi” ve “çözümde ısrarlı olacağız” sözünden, sınırların açılacağını anlarsak doğru olmaz mı?