Ömür kitabının o sayfaları…
Ömür kitabının kimi sayfalarını insan yırtıp atmak ister, elinden gelse…
Sözgelimi çocukluğunu, gençliğini özler çoğu, ben o günleri öyle çok hayırla, özlemle yad etmem, anımsamak bile istemem çoğu yaşadıklarımı.
İlk ve ortaokulda ezilmişimdir benden yaşça büyüklerle okumak zorunda kaldığım için. O yıllarda köy ve kasaba çocukları nüfusa geç kaydediliyorlardı, okula da geç başlıyorlardı, oysa ben ve birkaç memur çocuğu tam yaşında okullu olmuştuk. Zekâm, çalışkanlığım, belleğim güçlü idi, bu da kıskançlık doğuruyordu, kaba kuvvetle geliyorlardı üstüme, çoğu da benden 5-6 yaş büyük olan okul arkadaşlarım.
Ta ki liseye başladım, yavaş yavaş benim de pazularım güçlenmeye başladı, kendimi kanıtlamanın kavgadan başka yolu olmadığını algıladım, işte o zaman arkadaşlarım arasında saygınlığım artmaya başladı. Erkek dediğin, kavga ederdi, rakı ve sigara içerdi… Bütün bunlara yönelince neler kaybettiğimi sonraki yıllarımda acı acı düşünmüş, yazıklanmışımdır.
Sonra üniversite… O ünlü 68 kuşağının ülkücü cenahında bulunmuş bir bireyi olarak ne yanlışlar yaptığımı düşündükçe derin üzüntülere, hayıflanmalara boğulurum. Hele hele aşkı ve edebiyatı uzun yıllar, içimin en derin yerlerine gömmemden dolayı kendimi asla bağışlamam.
"İnsanın 40 yaşına kadar geçen yılları bir kitap, geri kalan yılları da o kitabın eleştirisidir" der Schopenhaur. Ben de bunu yapmışımdır yazarak. Yazmayı da sürdüreceğim. Ancak böyle hafifler geçmişle hesaplaşmanın ağrıları, acıları; genç kuşaklara böyle ışık tutabilirim, tarihe yararlı notlar düşebilirim.
Şiirlerime de yansımıştır bunlar:
"O günler bugün olaydı/meydan okurdum yarına./Gemlerdim ömrümü/sürerdim yapamadıklarıma.//Bugünkü aklım o gün olaydı/harcar mıydım gençliğimi/dövüp sövdüklerime/uzatırdım elimi.//Bugünler o gün olaydı/düşmezdim siyaset çirkefine/yalnızca severdim yurdumu/kurtarmak benim neyime?..//O akıl başta olaydı/başa oynardım./Başımı derde sokmaz/ağaca, çiçeğe, kuşa oynardım."
Bu şiir seksenli yıllarda yazılmıştı (Ateşkes Çağrısı adlı şiir kitabımda da vardır), sıcağı sıcağına bir pişmanlık dilekçesi gibiydi benim açımdan.
Pişmanlık dilekçesi, dava dilekçesine döndü sonraları:
"Bir savcı oluyorum, bir savunucu/geçmişi yargılıyorum/geçmişim arapsaçı//Bir şeyler bulmak çabasındayım/yoksa geçmiş neyime/ne kadar çakıltaşı varsa/dökülsün eteğime//Bitse yargılanması/süngeri çekeceğim/tüm kötü anıları/çöplüğe dökeceğim"
Kendi kapımı da çok dinlemişimdir o yıllarda:
"Kurnaz ipuçları sonsuz bileşkelerde/Yargılarım tümden ayrışık oylu/Sorgularımda çırpınan ivme/Seferber etmişim altı duyumu/Kapımı dinliyorum."
Pişmanlık ve dava dilekçeleri… Sorgulamak, yargılamak, kendi kapısını dinlemek… Bütün bunlara koşut olarak, yanlış temelli kurulan dostluklar kentsel dönüşüme uğrarlar; kimi ilişkileriniz, çelişkilere, acı deney ve derslere yenilip yok olurlar…
Bugün ve gelecek ise yeni oluşlar tasarlayarak, yeni sevdalara düşülerek, yeni ütopyalar kurarak utkulaşır, mutlulaşır, doyumlu ve uyumlu olur… Yeni bağlar, ilgiler kurulur, kurulmak zorunda. Herakleitos'un bu bağlamda dediği veciz ve doğrudur: "Aynı sularda iki kez yıkanılmaz". Akan akmıştır, giden gitmiştir, yeni sular gelmektedir. Her dem yeniden doğma zorundasınız Yunusça.